İsyanlar, Ruhumuzun İsyanlarını Tetikliyor

Yakup Aslan

"Travmalarımız var, ne yasını tutabildiğimiz ne de atlatabildiğimiz."
Diyor Fırat Mir Didan. Selahattin Eyübü ile ilgili bu değerlendirmenin
aynısını, Dersim'in trajedik tarihinin fotoğrafı karşısında ruhumda
derin bir depremle hissediyorum. Zira, Dersim'de yaşananlar,
Alevilikle, Kürtlükle izah edilebilecek boyutların çok ötesinde.
Soykırımlara dönüşen diğer ayaklanmalara karşı takınılan tavır da
bundan farklı değil. Hepsi birbirinin kırılmış parçaları gibi.

Osmanlıdan beri, hükümetlerin kürt halkını asimile etmeyi,
anadillerinde konuşmalarını yasaklamayı, kültürel gelişimlerini
engellemeyi ve daha da fazlası tenkil sonrasındaki büyük zorunlu
göçleri, hayatın bir parçası haline getirmeyi tarihsel bir miras
olarak ifa ettiklerini görmekteyiz.

Yapısal özelliğinden dolayı, kardeş gördüğü ulusların hizmetinde
olmayı tarih boyunca vefa duygusunun bir gereği olarak gören Kürtler,
Osmanlının dağılmasından sonra ümmet birlikteliğinin sona erdiğini
hesaba katarak her ulus gibi kendi başının çaresine baktı ve bu
başkaldırışta İslami bir motif hakimdi. İslam'ın bu rengini alevi,
Sünni kitlesel hareketlerin tamamında görmek mümkün. Hak arayışları
veya ulus olma teşebbüsleri karşısında, kendisini Osmanlının tek
varisi olarak gören yeni cumhuriyet, olaya ilgisiz kalmıyor ve 'Benim
fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi Türk'tür. Öztürk
olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır.
Köle olmaktır' diyebilen Mahmut Esat Bozkurt gibi faşizme övgüler
yağdıran teorisiyenlerinin yönlendirmesiyle, başkaldıran Kürtleri
parçalar halinde imha etme ve tamamen sindirme yoluna gidiyor. Yoğun
saldırı kompseti karşısında, Kürtler göçün uzak yollarında can vermek,
öldürülmek, yerine kendilerini korumak için 1930 yılından itibaren
başkaldırma planları yapıyorlar. "En önemli dahili tehlike" olarak
olaya bakanlar, herhangi bir hazırlığa meydan vermeden bütün gücüyle
Kürtleri sindirmeye yöneliyor. Tüyler ürpertici bir savaş başlıyor;
nefret, kin ve öfke toplumsallaştırılıyor. Cumhuriyetin ilanıyla
birlikte çalkanmalar, kaygılar ve endişeler çığ gibi, önüne geleni de
kendisiyle birlikte sürükleyerek, toplumsal yapıyı çatırdattı ve yer
yer kırılmaların oluşmasına yol açtı. Sosyal çatırdama görmezlikten
gelindi. Zor ve baskıyla ulus-devlet paradigması, daha önce Osmanlı
ümmetçiliğiyle birbirine yapışmış haldeki değişik etnik kökenli
topluma zorla dayatıldı. İtiraz edenlere karşı da topyekün bir savaş
başlatıldı.

Eşit olmayan olanaklara rağmen, yangın bombaları, boğucu gazlar, hava
saldırıları düzenlenerek merkezi hükümete otorite kazandırılmaya
çalışıldı. Savaş kuralına uyulmadığı bu saldırılarda, ana hedef
tamamen imha etmek olarak belirleniyordu. İmha içerikli savaşların en
şiddetlilerden biri de Dersim'de gerçekleşti. Aradan bunca zaman
geçmesi ve o günden kalanların üzerindeki korku ve dehşetin henüz bile
devam ediyor olması olayı anlatmaya yetiyor. İnternette bu konuyla
ilgili bir kısa belgesel var, o gün yaşananların ipuçlarını vermesi
açısından önemli açıklamalara yer verilmiş.

80 yaşlarını aştığı yüzündeki derin çizgilerden belli olan bir
Dersimli, röportaj yapmak isteyenlerin bütün ısrarlarına rağmen
kendisini güven içerisinde hissetmiyor ve: 'Eğer yayınlamayacaksanız
size konuşayım. Yok konuşmayalım, kamerayı kapatın. Konuşmayı götürüp
başımıza tehlikeli iş açacaksınız. Konuşmayalım.' Diyor. Muhabir,
kayıtların kendilerinde kalacağını söylemesine karşılık: 'Ya sizde,
yakalanırsa? Tehlikeli iş kötüdür...' Diyor. Onun yaşında olanların
hepsinin yüzünde derin çizgiler var, aynı korku, dehşet ve endişeleri
paylaşıyorlar. Hepsinin acısı, tarihi, korku ve endişeleri ortak.
Konuşmaları, hareketleri, ruh halleri çekilen acıların derin izlerini
yansıtıyor. Yine bu şahitlerden biri, "38 üzerimize çöktü, Munzur dağ-
taş insan cesetleriyle doldu. Memleketi ceset kokusu kapladı. Soyumuzu
kurutmak için ellerinden geleni yaptılar." Diyerek olayı özetliyordu.

Yaşlı bir ana, "kalabalık ailemden sadece ben kaldım. Ömrüm, ağıt
yakmak, ağlamakla geçti. Bizim için ağlayacak kimse de yok. Rica
ediyorum, halk halka ağlasın." Diyor. Biz ağlayamıyoruz, çünkü
kimyamızla oynanmış. 38'den geri kalanlar hiçbir şekilde o günleri
hatırlamak istemiyor. Hatırlatıcı her simgeden, kelimeden özenle
kaçınıyorlar.

Satıraralarında trajedik ve ondan da ötesi travmalar üreten olaylar
var.  Alişer, Dersim'in önemli komutanlarından. Ankara'da 'Tenkil'
için yapılan toplantıda 'paraya acınmaması ve olabildiğince insanın
satınalınması için harcama yapılması'na karara verildiğini biliyor.
Bir grup onunla görüşmek istiyor, şüpheleniyor ancak gelenler arasında
kirvesi olduğunu ve hanımının uyarısına rağmen hain olamayacaklarını
düşünüyor. Kirvelik, candan da öte güvence veren bir tarihi gelenek.
Yanılıyor.  Alişer yakalanınca karısı silaha sarılıyor ve onlarla
çatışmaya girerek birisini öldürüyor. Ancak Alişer'i kendisini ve
yeğenini öldürülüp, başlarının kesilmesinden kurtaramıyor. İhanetlerle
birlikte, savaş da bütün boyutlarda devam ediyor. Sindirme ve yok etme
projesi bütün şiddetiyle insanlık dışı sahneler sergiliyor. Uçaklardan
atılan bombalar, yangın bombaları ve boğucu gazlar sivil halkın
imhasına yönelik olduğu aşikardır.

Dağlardan, köylerden yakalanan çoğu kadın ve çocuklar derelerde
toplanır, ardından mitralyözler kurulur ve son canlıya kadar kurşuna
dizilir. Bu olayda canlı kurtulan bir tanık, "bizi öldüreceklerini
anladığımızda, salavat getirmeye Lâ ilahe illallah Muhammedun
Resulullah demeye başladık ve katliam başladı" diyor. Kurtulan olmasın
diye defalarca tarıyorlar ve ölülerin içinde şüphelendiklerine yeniden
kurşun sıkıyorlar.

Bunların arasında, annesinin cesedi altına kalarak canlı kurtulan
sütten daha kesilmemiş bir çocuk var, askerler öldürmek ister subay
tepki gösterir. Çocuk annesini göğsünü açarak süt emer ve ardından
hiçbir şey olmamış gibi kumda oynamaya başlar, sonra yeniden gelir
emer. Askerlerin öldürme arzusunun şiddetlenmesi üzerine komutan:
"Öldürmenize gerek yok. Zaten burada kendiliğinden ölecek..." der. Asker
bölgeyi terk ediyorken, baştan beri dişlerini bileyen bir asker,
süngüsünü çocuğun göğsüne saplar ve derenin derinliklerine fırlatır.

Çevreden topladıkları cesetler evlerden daha büyük yığınlar oluşturur,
bunlardan birinin en üstüne öldürülmüş sarı saçlı, göğsünden kan akan
bir çocuk cesedi oturtulur. Canlı bir bebek gibi duran çocuğun saçları
rüzgar vurdukça dalgalanıyormuş. Bunları anlatan yaşlı tanık, "bunu
gavur bile yapmaz. Gavur bile bu halimizi görse ağlardı." Diyor. Ama
biz ağlayamıyoruz, gözyaşları kanallarımız başka alanlara entegre
edilmiş.

Başka bir tanık, köyde katliam başladığı zaman yaşlı ve kadınların
çocuklarını alarak kaçmaya başladığını, ancak bir çocuğun dehşete
kapılıp bir türlü susmadığını, kaçanların korkularını izhar etmeleri
üzerine, kadınınbeş yaşındaki çocuğu suya atıp boğmak zorunda
kaldığını anlatıyor. Vahşet, canilik bununla sınırlı değil aslında...

Seyit Rıza ve arkadaşları Elazığ'da idam edildikten sonra cesetleri
sokaklarda halka teşhir edilir ve sonra da yakılır. Daha sonrasında,
sürgünler başlar. Halk Evlerinde toplanan çocuklar sol zihniyetle
uyuşturulur. Geriye kalan neslin de bu şekilde imha edilmesi sağlanır.
Fuhuş ve ahlaksızlıkla bir nesilden geri kalanlar bu şekilde yok
edilmek istenir. Acılarının üstüne çöreklenen sol, bir yandan ezilmiş
insanları martavallarıyla oyalarken, diğer yandan her döneme uygun
manevralarıyla zemine uyma, kendini kamufle etme yolunu seçtiğinden,
insan haklarına tepki gösterecek kadar faşistleşmiştir. Ölümden
kurtulanların katiline sığındığı, hayali ümitlerle güzel bir dünya
vaad ettiği bir zamanda, İslamcılar mağlup olmuşluk duygusuyla, çoğu
zaman devletçi reflekslerini bastırmaya çalışırken bilinç altındaki
birikimlerine sığınmayı yeğlediler. Kaptırdıkları sancağın solcu
faşistler elinde bir oyuncağa dönüşmesine seyirci kalma şaşkınlığını
bir türlü üzerinden atamadıklarından, kimin zalim ve kimin mazlum
olduğu açıklayabilme veya taraf olma kararlılığını  göstereme
kabiliyetini de tamamen yitirdiler.

Osmanlı ümmetçilik betonunun dağılması ve birlikteliğin kırılması
sonucunda her ulus gibi kendi başının çaresine bakan ve uluslararası
insan hakları formunda taleplerde bulunan Kürtler, yeni şekillenen
jakoben sistemce sert bir şekilde imha edilirken, karşı tepkinin
bayraktarlığını Müslümanlar yapıyordu. En azında ortadaki belgeler
bunu onaylıyor. Ancak şiddetli imha, yok etme, baskı ve sürgünler
neticesinde oluşan dehşet ve korku Müslümanların mevzilerini
başkalarına bırakmalarına zemin hazırladı.

Bir dünyada, zalim ve mazlum varken bunun üçüncü şıkkının
olamayacağını düşüneme pratiklerini donduranlar, haklı talepler
karşısında mevzi alamadılar. İslamcı kimlikleri de karşı cephede yer
almalarına izin vermediğinden, meydancı olmayı menfaate ve rahata daha
uyumlu buldular. Kendilerine belirledikleri konum da, muhataplarının
vicdanını yaralamaktan başka bir şeye yaramadı.

Muhafazakar İslamcılık, bilinç altında benimsenmeyen bir ulusalcılık
hastalığını barındırdığının farkına varamadığından, Kürtlerin her
haklı taleplerine ırkçılık damgası vurarak, kendisini sorumluluktan
kurtarmaya çabalama basitliğine düşmektedir. Veya muhataplarının ne
olduğu değil de, ne olmaları gerektiği yolunda hüküm vermektedirler.
Kürtlerin, fıtri ve yüzde yüz İslami olan haklı talepleri karşısında,
onları ihtiyaç ve istemlerinden soyutlayarak, kendilerince durum
tespiti yaptılar ve Müslüman Kürtlerin ne olması gerektiği konusunda
ahkam kesmeye başladılar. Neticesi yeni sancıların habercisi oldu.
Kürt kökenli Müslümanların beli parametrelerinin ve temel
dinamiklerinin olduğunu unutanlar, bu özellikleri anlayamadan onlara
konum biçmenin yanlışlığını görmüş olmalıdırlar.

 Tarafların bedel ödemesi, elini taşın altına koyması ve kıyasıya bir
kavgaya tutuşması karşısında şaşkınlığını üzerinden atamayıp, seyirci
olma kisvesine bürünen bu muhafazakarlar, trenin çoktan kaçtığının
farkında değilmişçesine her yeni projede muhatap alınmak isterken,
terk ettikleri mevzilere başkalarının yerleşmiş olduğunu göremediler.
Veya görmezlikten geldiler.

Çözüm olarak, geçmişimiz ve içinde bulunduğumuz durumla ilgili
konuşulması gereken her şeyi çekinmeden konuşabilme, geçmişimizle ve
sahip olduğumuz düşüncelerimizle yüzleşme cesareti göstererek,
mücadele, düşünce ve mevcut çıkmazlardan kurtulma projelerimizi
üretebilmeliyiz. En önemli şart, çekinmeden açık bir şekilde bütün
hastalıklarımızı masaya yatırabilmemiz ve bloke etme mantığını bir
kenara bırakıp, ortak akılla çözüm projeleri üretebilmenin yollarını
açabilmemizdir. Bütün Müslümanların en azından kendi şahıslarında
böyle bir özeleştiri yapmaya ihtiyaçlarının olduğunu düşünüyorum. Çok
yönlü yalan ve hilelerden vazgeçmenin zamanı geldi artık. Kürtler
bunun yeni farkına varmış değiller. Irkçılıkla, her ulusun kendi
kültürel yapısını koruması arasındaki farkı ayırt ettikleri günden
beridir bunun farkındadırlar. Dün köprülerin altından akan su, bugünkü
su değil. Böylesine bir tavır, yeni çatışmaların nüvelerini yeşertir.
Çok şey değişti. Kendilerini yukarıdaki tanımın içerisinde görenler de
değişmek zorundadırlar. Oyalamalarla, zihin bulandırmalarıyla,
dikkatleri başka yönlere çekmelerle, başkalarına konum belirleme
raconları kesmelerle,'herşeyi en iyi ben bilirim' pozlarıyla,
yalanlarla, hilelerle gerçeğin üstünü örtemeyiz.  Zaman
değişti.Irkçılığı değişik kalıplarda koruyanların sayesinde,
Türkiye'nin toplumsal, siyasal dokusu hızla çözülüp dağılıyor ve hiç
kuşku yok bundan en çok şaşkınlıklarından kurtulamayan Müslümanlar
etkileniyor. Tepeden inmeci, ilkel kuralları dayatıcı sistem
modernleşme paradigmasının, Osmanlıdan miras kalan 'tek dil, tek
bayrak, tek ülke' eksenli statükoları muhafaza etme politik
pratikleri, her türlü şiddete, baskıya, zorbalığa ve ötekileştirmeye
rağmen geçerliliğini kaybediyor. Toplum üzerinde uyguladığı derin
devlet kaynaklı siyaset ve kullandığı dil, bütün alanlarda
gülünçleşiyor ve her yeni atılım veya açılım daha fazla
müptezelleşmenin boyutlarını genişletiyor. Toplumu yakasından
yakalayıp peşinden sürükleyen devletin bu tavrı karşısında,Osmanlı
İslamcılığını bayraklaştıranlar da farkına varmadan, bu çamurun
içerisinde sürükleniyorlar. Sürükleniyorlar, çünkü korkuları var.
Oysa, korkularını atmak için korktukları şeyle yüzleşebilseler, birçok
şeyin kendilerinin düşündüğü gibi olmadığını rahatlıkla göreceklerdir
ve bu bilginin neticesinde içinde bulundukları acizlikten hızla
kurtulacaklardır. İnsan bildiğine, bilgiye düşman olmaz. Böyle bir
tavır takındıkları için savundukları kavramların veya duruşlarının
giderek laçkalaştığının, düşünce alanının hantallaştığının ve
Müslümanların itibar kaybettiğinin farkına varmıyorlar.

Müslümanların motivasyonlarını, enerjilerini ve ümitlerini
kaybetmelerinin ana sebeplerinden biri, kendi aralarındaki diyalog
bağının kopması, dilin tıkanması veya kirlenmesindir. Sağlıklı bir
diyalog sağlanabilseydi, doğulu ile batılı, kürt, türk Müslümanların
kullandığı dil bugün bu kadar farklılıklar göstermezdi, Müslümanlar
akıl tutulması şaşkınlığından bir an önce kurtulup, meydanda yalan,
hile, çıkar peşinde koşanların diyalog yollarına mayın döşemelerine
izin vermemelidirler. Müslümanların sahte versiyonlarının yalan ve
hileleri, sahte dünyaları ve soytarılıkları düşüncenin daha da
kısırlaşmasına ve verimsizleşmesine zemin hazırlıyor. Bundan dolayı
realitenin resmini çizmeye çalıştığımız anda, gururla onuru birbirine
karıştıran veya büyük bedeller ödenerek elde edilen birikimleri ilkel
gururuna feda eden ve kendilerini bulunmaz efsane kahraman olarak
gören, bu sahte versiyonlar, bize olmamız gereken konumu biçme
cesareti gösterebiliyorlar.

Seyyid Rıza da böyle diyor:  "Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş
edemedim, Bu bana dert oldu. Siz de bana diz çöktüremediniz, bu da
size dert olsun."

http://www.satirbasi.com/?a=1890

-- 
-  Diwanxane, platformek azad u serbixwe; koma hemi Kurda ye. Diwanxane grubeke 
ideolojik nine. Li ve dere demokrasi serdest e; hemu Kurd dikarin bir u ramanen 
xwe bi serbesti binin ziman. Lebele di nava me de heqaret u rexneyen reshkirine 
qedexe ne. Ji kerema xwe, hevalen ku Kurdi dinivisin, dixwinin an ji teze hin 
dibin; ki dibin bila bibin, deweti Diwanxane bikin. 
 -  Diwanxane; en genis katilimli, ozgur Kurd mail grubu. Her yazinin hukuki 
sorumlulugu yazarina aittir. Kurd milliyetciligi esas alinir. Her inanisa, her 
millete saygili olan bu BAGIMSIZ grupta ideolojik kaba propagandalara sicak 
bakilmaz. Imlasi, anlatimi savruk; saldirganlik ya da siddet iceren gereksiz 
mailler onaylanmaz. Kurtce mesajlara oncelik taninir. MODERATORLER: Serger 
Barî, Xanim Rojda, Mihemed Rojbin ANA SAYFAMIZ: 
http://groups.google.com.tr/group/diwanxane

Cevap