------------------------------------------------------------------------


  Metin AYDOĞAN: KENDİ ORDUSUNDAN KORKMAK

 1. Kararnameler <#mozTocId8340>
 2. Kendi Ordusundan Korkma <#mozTocId906773>
 3. Siyaset ve Ordu <#mozTocId739569>
 4. Balkan Savaşı <#mozTocId728674>
 5. Utanç Verici Yenilgi <#mozTocId786189>
 6. Yenilginin Nedenleri <#mozTocId898471>
 7. Yenilginin Götürdükleri <#mozTocId775522>
 8. Mustafa Kemal’in Ordusu <#mozTocId617310>
 9. Tehlikeli Süreç <#mozTocId284465>
10. DİPNOTLAR <#mozTocId539619>

<https://2.bp.blogspot.com/-iQJOrMOQRxA/V5uHOCcJ-OI/AAAAAAAACZs/WymPjWrF_ccHJo6BWLP8PZ5WNNXlsnkVgCLcB/s1600/KEND%25C4%25B0%2BORDUSUNDAN%2BKORKMAK.JPG>


Orduya siyaset sokmak, üstelik dinci siyaset sokmak, art arda darbeler
alan bu büyük kurumu; emir-komuta zinciri bozulmuş, savaşkanlık ruhunu
yitirmiş, disiplinsiz bir insan kalabalığı haline getirecektir. Yönetime
gelen her parti, orduya kendi adamlarını ve politik farklılıklarını
taşıyarak, orduyu ordu olmaktan çıkaracaktır. _*Enver Paşa*__*’nın
ordunun komutasını Almanlara*_ vermesinden ve _*İnönü*__*’nün NATO’ya
teslim etmesinden*_ (NATO'ya giriş için İnönü başvurdu, Menderes
imzaladı) sonra, orduya en büyük zararı, aceleyle çıkarılan kararnameler
verecektir.


    *Kararnameler*

15 Temmuz darbe kalkışmasından sonra; /olağanüstü hal/ ilan edildi, çok
sayıda insan tutuklandı ve art arda /kanun kuvvetinde kararnameler
/çıkarıldı/çıkarılıyor. /Kararnamelerde /dikkat çeken özellik, AKP
çevrelerinde ve yandaş basında eskiden beri dile getirilen istemleri
içermesi ve önceden hazırlandığı izlenimi vermesiydi.

/*Devlet Personel Yasası’nın değiştirilmesi, Jandarma’nın tümüyle
İçişleri Bakanlığı’na bağlanması, valilerin jandarma genel komutanı
olabilmesi, askeri okulların Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanması ve
zaman içinde kapatılması, Genel Kurmay’ın Milli Savunma Bakanlığı’na
bağlanması, imam hatip mezunlarının Harp Okulları’na girmesi, askeri
yargının kaldırılması... */gibi yaklaşımlar, çıkarılan ve çıkarılacağı
söylenen kararnamelerin konusu olacağa benziyor.

Tartışılmadan ve eleştirilmeden, /yaptım oldu/ anlayışıyla alınan bu tür
kararlar, Kurtuluş Savaşı’nı kazanan /gazi ordunun /siyasileşmesi ve
güçsüzleşmesi anlamına gelecektir. Söylenenler gerçekleşirse,
*Atatürk’*ün kurduğu ordu bir başka orduya dönüşecektir. Bakanlıkların
ne hale getirildiği gözünüze alındığında, durumun /vahameti /daha iyi
anlaşılacaktır.


    *Kendi Ordusundan Korkma*

Yöneticilerin /kendi ordusundan korkma /davranışı, Türk toplumunun
yabancısı olmadığı bir konudur. Osmanlı padişahları, özellikle
19.yüzyıl’da; ülkeyi savunacak orduyu tahtları için tehlike olarak
görmüştür. Ya ortadan kaldırıp kendine bağlı yeni ordular kurmuşlar ya
da bilinçli olarak orduyu zayıf bırakmışlardır.

*2.Mahmut,* /Yeniçeri Ocağı’nı /ortadan kaldırırken yerine kendisine
bağlı yeni bir ordu olan /Eşkinci Ocağı’nı /kurdu. Ancak, bu girişim,
/darbeyi/ önlemedi. Oğlu *Abdülaziz, *bir suhte (medrese öğrencisi)
darbesiyle tahttan indirildi.

Yerine geçen yeğeni *Abdulhamit*, yaşadığı sürece darbe olasılığından
korktu ve orduyla ilgili karar yetkisini tümüyle kendi üzerine aldı.
Ordunun güçlenmesini istemedi. Donanmayı Haliç’te çürümeye terk etti.
Atamalarda yeterliliğe değil saraya bağlılığa önem verdi. Komutanların
her hareketini izleyen /hafiye/ birimleri oluşturdu, orduya büyük
/tatbikat/ yaptırmadı.

Ancak, o da darbeyi önleyemedi. /İttihat ve Terakki Partisi’ne/ bağlı
subaylar tarafından tahttan indirildi. Darbeleri ortaya çıkaran
nedenlerin, toplumların gelişme istemine yanıt veremeyen yetersiz
yönetimler olduğunu göremedi ve aldığı onca /zabıta/ önlemine karşın
darbeyle yönetimden uzaklaştırıldı. Darbe korkusuyla orduyu mahvetti ama
yine de darbeyi önleyemedi.


    *Siyaset ve Ordu*

Darbe korkusuyla /orduya siyaset sokmak; /Osmanlı Ordusu’nu, içinde
birbirine düşman kümelerinin olduğu başıbozuk bir kalabalık haline
getirdi. Emir komuta ilişkisi bozuldu. Ortak duygularla ülke
savunmasında görev yapacak subaylar, birbirine kuşkuyla bakan güvenilmez
karşıtlar haline geldi. /İttihat ve Terakki Partisi’nin /ordu içindeki
gizli örgütlerine karşı, /Hürriyet ve İtilaf Partisi, Halâskâr Zâbitân
/(Kurtarıcı Subaylar) örgütünü kurdu. Bu örgütler birbirlerine karşı
suikastlar düzenledi, baskınlar yaptı. Ordu, iki düşman ülkenin
askerlerinin aynı çatı altında tutulduğu bir örgüt haline geldi.

Orduya siyaset bulaştıran /ittihatçı-itilafçı /çatışması, Balkan
yenilgisiyle başlayan, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla sonuçlanan
yıkıcı sürecin hem nedeni hem de belirleyicisi oldu. /Darbe önleme
/amacıyla yapılan siyasileşme orduyu ordu olmaktan çıkardı ve Türk
tarihinde benzeri olmayan utanç verici Balkan yenilgisine yol açtı.
Osmanlı Ordusu, 200 bin askeriyle, daha düne kadar küçük birer eyalet
olan ülkelere yenildi.

Balkan yenilgisi, ordunun yapısıyla oynamanın nelere yol açacağını
gösteren, ders alınması gereken çarpıcı bir örnektir. İncelenmesi ve
bugüne yönelik sonuçlar çıkarılması gerekir.


    *Balkan Savaşı*

Balkan devletlerinin en küçüğü Karadağ, gücünden ve konumundan
beklenmeyen bir tutumla, 8 Ekim 1912’de, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı
savaş açtığını duyurdu. Bilinçli bir hazırlığın ürünü olan bu garip
çıkış, gerçekte, Balkanlar’daki Türk varlığına son vermeyi amaçlayan
genel bir kalkışmanın başlangıcıydı. /Yunanistan, Sırbistan,
Bulgaristan/ ve /Karadağ,/ aralarında anlaşmışlar; Osmanlı Devleti’ne
karşı, birlikte davranma kararı almışlardı.

Karadağ’dan on gün sonra Yunanistan ve Bulgaristan, on iki gün sonra da
Sırbistan savaşa katıldı. Trablusgarp’da, topraklarını açıktan
savunamayacak kadar silik bir görünüm veren Hükümet, büyüğü ve küçüğüyle
tüm düşmanlarının yüreklenmesine yol açmış, herkes payına düşeni almak
için zamanın geldiğine inanmıştı.


    *Utanç Verici Yenilgi*

Balkan devletlerinin ortak hareket ettiği /Birinci Balkan Savaşı’nda/
(1912), Osmanlı Ordusu o denli çabuk ve kolay yenilmişti ki; sonuç,
yalnızca Türkiye ya da Balkan devletlerini değil, Avrupalı büyükler ve
Rusya dahil, tüm dünyayı şaşırtmıştı. Yüzyıllar boyu eyalet olarak
korunan küçük devletçikler, İmparatorluk Ordusu’nu bir anda ve
inanılması güç bir kesinlikle yenmişti.

Asker sayısı az olmayan Osmanlı Ordusu, /*"sanki birbirleriyle
bağlantısı olmayan insanlardan oluşan bir yığıntı gibi, gizemli bir
üflemeyle birdenbire havaya savrulmuş"*//; /Rumeli’deki Türk
birlikleri/, //*"aydınlatılması güç bir genel uyuşukluğun, uyanılmayan
bir uykunun sersemliği içinde"*/^1 dağılıp gitmişti.

Türk askerlerinin savaşkanlığı bu değildi. Nitekim, genç kuşak
subayların orduda etkili olmaya başlamasıyla durum çabuk değişti.
/Balkan Savaşı’nda/ neredeyse kendiliğinden dağılan ordu, birkaç yıl
sonra Çanakkale başta olmak üzere Galiçya’dan Yemen’e dek, on ayrı
cephede büyük direnç gösterdi, başarıyla savaştı.

Balkan Savaşları’na katılmış olan tarih araştırmacısı General *Fahri
Belen* (1892-1975), Türkiye için /*"bir felaket"*/ olarak nitelediği
Balkan yenilgisinin, Türk ordusuna değil /*"kokuşmuş Osmanlı
anlayışına"*/ ait olduğunu söyler ve şu yorumu yapar: /*"Balkan
Savaşlarında, Türklerin savaş gücünü artık tümden yitirdiği sanıldı.
Oysa savaşta yenilen Türk askeri değil, kokuşmuş Osmanlı anlayışı ve bu
anlayışı sürdüren yöneticilerdi. Nitekim, yeni yetişen genç kuşak,
ilerdeki savaşlarda, özellikle İstiklal Savaşı’nda, Türkler’in savaş
gücünü yitirmediğini tüm dünyaya gösterecekti"*//./^2


    *Yenilginin Nedenleri*

/Balkan Savaşı/ çıktığında, ekonomik çöküşle bütünleşen siyasi çözülme,
kesin ve uzlaşmaz ayrılıklar durumuna gelerek, ülkenin her yanına
yayılmıştı. Dış karışma ve azınlıkların bir türlü bitmeyen ayrılıkçı
istekleri, /ittihatçı-itilafçı/ çatışmasıyla iç içe geçerek, toplum
yaşamını ayakta tutan hemen tüm değerleri, özellikle yönetim işleyişini,
adeta yok etmişti. Osmanlı toplumu, birbirlerinin varlığına
katlanamayan, yüzlerini bile görmek istemeyen insanların oluşturduğu,
belki de onlarca parçaya ayrılmıştı.

Ayrılıklar yalnızca; Türk-Rum ve Ermeni, Türk-Arap, Kürt-Ermeni ya da
Müslüman-Hıristiyan çelişkilerinden oluşmuyordu. Müslüman’la Müslüman,
Türk’le Türk arasında da derinleşip yayılmıştı. Düşmanlık durumuna gelen
siyasi bölünme, gülmece konusu olacak ayrılıklara varmıştı. Mezarlık
yanından geçenler, /*"okudukları fatiha’nın"*/ politik rakipleri için
geçerli olmamasını dileyip, /*"ben duamı ittihatçıların ruhuna
gönderiyorum"*/ diyebiliyordu.^3

Devlet ve ordu yapısı içten çürümüştü. Gereksinimleri karşılanmayan
ordu, uzun yıllar yeniliklere kapalı tutulmuş, baskı altına alınmıştı.
Tahtını korumayı tek siyasi ölçüt sayan padişahlar, orduya savaşacak
olanaklar sağlamak bir yana, güçsüzleşmesi için hemen her şeyi yapmışlardı.

Paşalık dahil her türlü rütbe, buyruklarla, saraya bağlı kişilere
armağan olarak veriliyordu. Orduda, /alaylı/ denilen okuma yazma bilmez
*‘*/*subaylar’*/, hatta paşalar vardı. Önemli yerlere bunlar
getiriliyor, yetenekli ve yurtsever subaylar etkin görevlerden uzak
tutuluyordu.

Özellikle 20.yüzyıl başında, particilik (fırkacılık) ve düşünce
farklılıkları, subaylar arasında ayrıcalıklara yol açmış, orduda
sıkıdüzen diye bir şey kalmamıştı. Komutanların terfilerinde yeterlilik
(liyakat) değil, saraya bağlılık belirleyici oluyordu. Atamalarında
padişaha yön veren sadrazamlar, kendilerini o yere getirten yabancı
büyükelçilerin yönlendirmesi altındaydılar. Örneğin /*"Sadrazam Reşit
Paşa İngilizler’in, Ali Paşa Fransızlar’ın, Mahmut Nedim Paşa Ruslar’ın
adamıydı"*//./^4 *Enver Paşa* ve ittihatçı önderler ise Almanların
etkisi altında, onların isteği yönünde siyaset yapıyorlardı.

Balkan savaşları sırasında cepheleri dolaşan Fransız gazeteci *Stephane
Losannes*’ın saptamaları, Türk ordusunun o günlerde ne durumda olduğunu
gösteren çarpıcı örneklerdir: /*"Lüleburgaz savaşı dört günden beri
aralıksız sürüyordu. Türk Ordusu’nun Başkomutanı Abdullah Paşa, genel
karargahı olan Sakız köyünde küçük bir evde kapanmış kalmıştı. Daily
Telegraph gazetesinin savaş muhabiri Smith Bartlet kendisini orada
rastlantı olarak buldu. Başkomutan açlıktan ölüyordu. Emir subayları,
evin fakir bahçesindeki toprakları adeta tırnaklarıyla kazarak bir iki
mısır kökü çıkarmaya çalışıyorlardı. Bu kökleri, bir parça unla bulamaç
gibi pişiriyorlardı. İşte, 175 bin kişilik orduya kumanda eden zatın
bütün yiyeceği buydu"*//./^5


    *Yenilginin Götürdükleri*

Balkan Savaşları, kimsenin aklına bile gelmeyen ve Rumeli Türkleri’ni
perişan eden büyük yitiklerle sonuçlandı. Girit, Yunanistan’a bağlandı
(1908). Osmanlı Devleti, /yüz milyon mark karşılığında/, Doğu Rumeli’den
tümüyle çekildi.^6

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Bosna-Hersek’i kendisine bağladı
(1908).^7 Ege’de /Onikiada /elden çıktı.^8 Selanik, Yunanlılar
tarafından işgal edildi (1912).

Makedonya ve kıyı şeridinin tümü Yunanistan’a verildi, Osmanlı
İmparatorluğu Meriç’e dek çekildi.^9 Bulgar Ordusu İstanbul’un dibine,
Çatalca’ya dek ilerledi.^10


    *Mustafa Kemal’in Ordusu*

*Mustafa Kemal*, Türk ordusunu Kurtuluş Savaşı içinde kurdu ve
geçmişteki yanlışlardan çıkardığı sonuçlarla orduyu kesin olarak siyaset
dışında tuttu. Ordu kurmak, eğitmek ve savaştırmak; O’nun en iyi bildiği
işti. Her konuda olduğu gibi bu konuda da kendini yetiştirmiş, kuramsal
ve eylemsel olarak askeri tarihe geçen uygulamalar yapmıştı.

Cumhuriyet’in koruma ve kollanmasını emanet ettiği ordunun üzerine
titriyordu. Ona kendisi karışmadığı gibi kimseyi karıştırmadı. Yarattığı
ordunun; yapılanmasını, işleyişini ve karar süreçlerini belirledi.
Belirleyip uygulamaya döktüğü kurallar bütünü, Türkiye’ye özgüydü ve
mükemmeldi.

*Mustafa Kemal*’in kurduğu orduya ilk büyük darbe, en yakın /silah
arkadaşı /*İnönü’*den geldi. Türk Ordusu’nu NATO’nun emrine verdi. O
günden sonra; darbeler, tasfiyeler ve çatışmalarla dolu uzun bir süreç
yaşandı ve ordu *Atatürk’*ün ordusu olmaktan çıktı, NATO’ya bağlı bir
ordu oldu.


    *Tehlikeli Süreç*

Şimdi, orduyu çok tehlikeli bir süreç bekliyor. Darbe kalkışmasının
yarattığı korku, karar vericileri; *Atatürk’*ün başarısı kanıtlanmış
uygulamalara değil, tarihsel olarak bağlılık duydukları Osmanlı
padişahlarının tutumuna yöneltiyor. Orduya din ve siyaseti sokacak köklü
dönüşümlerden söz ediliyor. /*Jandarmayı İçişlerine bağlıyor, valiye
general rütbesi veriyor. */Basına yapılan açıklamalarda, /*Genel
Kurmay’ın Cumhurbaşkanlığı’na, Kuvvet Komutanlıkları’nın Milli Savunma
Bakanlığı’na bağlanacağı, askeri okulların kapatılacağı, Harp
Okulları’na imam hatip mezunlarının alınacağı*/ söyleniyor. Bunlar,
orduyu, bağlı olarak ülkeyi; Osmanlı’nın yıkılış dönemine götürecek
uygulamalardır. Eğer gerçekleşirse, Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın
gittiği yola girecek ve parçalanma tehlikesi içinde tarikatlar arası
çatışmalarla boğuşmak zorunda kalacaktır.


    *DİPNOTLAR*

1 /*"Tek Adam"*/*Ş.S.Aydemir*, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas. İst.-1983, sf.170

2 /*"20.Yüzyıl Tarihi"*/ Arkın Kit., Sayı 16, İst.-1970, sf.313

3 /*"Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük"*/**Prof*.Tarık
Zafer Tunaya*, Arba Yay., 3.Bas., İst.-1994, sf.21

4 /*"Osmanlı Tarihi"*/**Prof*.Enver Ziya Karal; *ak, *Vural Savaş,
*/*"Militan Atatürkçülük"*/**Bilgi Yay., 2001, sf.90

5 /*"Tek Adam"*/*Ş.S.Aydemir*, I.Cilt, Remzi Kit, 9.Bas., İst.-1983,
sf.170-171

6 Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 4.Cilt, sf.1991-1992

7 /*"Jön Türkler ve Araplar"*/*Hasan Kayalı*, Tar.Vak.Yurt Yay. 1998, sf.61

8 /*"Jön Türkler Modernizmi ve Alman Ruhu"*/*, Mustafa Gencer*, İletişim
Yay., sf.57

9 /*"Tek Adam"*/*Ş.S.Aydemir*, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.168

10 a.g.e. sf.168

http://kuramsalaktarim.blogspot.com.tr/2016/07/kendi-ordusundan-korkmak.html?m=1#more


------------------------------------------------------------------------
a45UyF587661-160731142923 Oraj Poyraz At Openmail oraj.poy...@openmail.cc
2016/07/31  22:00 4  58  israt...@yahoogroups.com

 


Buyuk Turk ordusu! Dunyanin hicbir ordusunda yuregi seninkinden daha
temiz ve daha saglam bir askere rastgelinmemistir.
1921.

K.Ataturk

Peygamberimiz caminin bahcesine girerek soyle dedi: Surasi muhakkak ki
cami ne cenabete, ne aybasiliya helal degildir.

Muslim, Hayz 11; Ebu Davud, Taharet 104; Tirmizi, Taharet 101; Suneni
Nesei, Hayz 18
****
Peygamber in hanimi anlatiyor: Peygamberimiz, bizden biri aybasili
oldugu halde, onun kucagina basini koyar ve Kuran okurdu.
Bizden birimiz aybasili iken camiye gidip Peygamber e birseyler gotururduk.

Suneni Nesei, Hayz

DOGA YASALARI UZERINE DUSUNCELER -7-

Hepimiz kendimize ozgu bir simdi algisi icinde yasariz ve etrafimizdaki
seylerin de bizimle ayni simdi icinde yasadigini zannedebiliriz. Newton
fizigi de asagi yukari evrenin bu sekilde kabul edilmesiydi. Evrendeki
butun olaylarin, surekli olarak gecmisten gelecege akan ve her sey
tarafindan ortaklasa algilanan bir mutlak zaman icinde gerceklestigi
dusunulmekteydi. Ozel ve genel gorelilik kuramlarinin gelistirilmesi ile
bu yanilgimizdan vazgecmek zorunda kaldik.

Hicbir sekilde, cevremizdeki diger seylerle birlikte ayni simdi icinde
yasamayiz. Gunes isiginda baktigimizda dahi, onun simdiki halini degil,
yakla$ik olarak 8 dakika onceki halini seyrederiz. Yildizlara
baktigimizda ise, aslinda gecmise bakmaktayiz demektir. Bazi yildizlarin
ve galaksilerin isigi bize milyonlarca i$ik yili oteden ulasirlar ve biz
onlari kendi simdimiz icinde algilariz.

Dr Hawking in, ozel ve genel gorelilik kuramini anlattigi bolum cok
uzun. O yuzden kisa alintilarla devam edecegim. I$ik hakkinda yapilan
calismalar fizik kuramlarinda devrimci degi$iklikler yapilmasini
gerektirecek kadar onemli. Ta Aristotales zamanindan beri isigin eter
adi verilen bir madde icinde hareket ettigine inaniliyordu.

1887 yilinda Michelson-Morley deneyi olarak bilinen bir deney yapildi.
Gayet hassas cihazlarla isigin iki farkli acidaki hizi olculdu.Iki hiz
da birbirinin ayniydi ve bu yuzden artik eter dusuncesinden vazgecilmesi
gerekiyordu. Fakat bunu yapmak yerine bilimciler duruma farkli
aciklamalar getirdiler.

Albert Einstein

1905 yilinda, henuz 26 yasinda olan Albert Einstein (1879-1955)
Hareketli Cisimlerin Elektrodinamigi Uzerine isimli bir makale
yayinladi. Varsayimina gore, i$ik hizi farkli konumlarda hareket eden
tum gozlemciler icin ayni olmaliydi. Dahasi, zamanin da ayri bir boyut
olarak kabul edilmesi gerektigi ortaya cikmaktaydi. Ayni olayi
gozlemleyen iki gozlemci icin ortak bir simdi olamazdi. Bulunduklari
yere gore, isigin kendilerine ulasma suresine bagli olarak zaman
konusunda anlasamiyacaklardi. Bu durumun gundelik hayatimizda pek
farkina varilmaz; zira mesafele ve hizlar cok dusuktur. Rahatlikla,
cevremizdeki diger seyler ile ortak bir simdi algisi icinde
yasayabiliriz. Fakat, mesafeler buyudugunde ve hizimiz arttiginda
zamanin bizim icin akisinda da degi$iklikler yasanmaya baslanir.
Kitaptan alintilara devam ediyorum.

I$ik hizi evrenin farkli yerlerindeki olaylari anlamamizda referans
olarak kullanilir.

Bu durumu tuhaf kilan iki gozlemcinin farkli zaman olcumleri yapmalarina
karsin ayni fiziksel sureci izliyor olmalaridir. Einstein bu zaman
kaymasi icin yapay bir aciklama olusturma cabasina gitmedi. Urkutucu
olsa bile mantikli bir sonuca vardi: Gecen zamanin olcumu, tipki alinan
mesafenin olcumu gibi, olcum yapan gozlemciye baglidir. Bu etki,
Einstein in 1905 teki makalesinde acikladigi kuramin temel taslarindan
biriydi ve sonra ozel gorelilik kurami adini aldi. (...) Einstein in
calismasi zamanin Newton un dusundugu gibi mutlak olamiyacagini
gosterdi. Diger bir deyisle, her bir olaya butun gozlemcilerin kabul
ettigi bir zaman atfetmek olanaksizdir. Tersine, her gozlemcinin kendi
zaman olcumu vardir ve birbirine goreli olarak hareket eden iki
gozlemcinin zaman olcumleri farkli olacaktir.

Bu calismalar sayesinde fizikciler anladilar ki, i$ik hizi her referans
cercevesinde aynidir ve Maxwell in elektrik ve manyetizma kuramina gore
zaman uc boyutlu uzaydan ayri olarak ele alinamaz. Zaman ve uzay
birbirine gecmistir. Fizikciler uzay ve zamanin bu evliligine uzay-zaman
adini verdi ve buna dorduncu boyut dediler.

Zamani da icine alan 4 boyutlu evren modelinde, bir cismin kutlesine
bagli olarak uzay-zamanda bukulme meydana gelir ve i$ik da bundan etkilenir.

Einstein cok gecmeden, gorelilik ile cekimi uyumlu hale getirmek icin
baska bir degi$ikligin daha gerekli oldugunu farketti. Newton un kutle
cekim kuramina gore nesneler herhangi bir zamanda, aralarindaki uzakliga
bagli olarak degisen kuvvetlerle birbirlerini cekerler. Ancak gorelilik
kurami mutlak zaman kavramini ortadan kaldirdigi icin, kutleler arasi
uzakligin ne zaman olculmesi gerektigini tanimlamanin hicbir yolu yoktu.
Yani Newton un kutle cekim kurami ozel gorelilik kurami ile uyumlu
degildi ve degistirilmesi gerekiyordu. Sonraki 11 yil boyunca Einstein
yeni bir kutle cekim kurami gelistirdi ve buna da genel gorelilik adini
verdi. Genel gorelilik kuramindaki kutle cekim kavrami Newton unkine hic
benzemez. Tersine, uzay zamanin daha once dusunuldugu gibi duz
olmadigini, kutle ve enerjisi tarafindan bukulup bozuldugunu one suren
devrimci bir taslagi temel alir.

Ozel ve genel gorelilik kuramlarinin cikarimlari, kuresel konumlamalar
ait hesaplamalarin hassaslikla yapilmasini gerektiren konularda onem
tasir. Ornegin GPS (Global Positioning System) kuresel yer belirleme
sistemi teknolojisinde genel gorelilik kurami hesaba katilmasaydi,
konumlara ait hesaplamalarda kilometrelerce sapmalar olabilirdi !

Boylece hesaplamalara zaman faktoru de katilmis oluyor. Gercekligin
simdi uzerinden algilanmasi bile yeterince zorken, bir de zamanin ayri
bir boyut olarak algilanmasi ve bildigimiz uc boyutlu dunyanin uzerine
dorduncu boyutun eklenmesi soz konusuydu. Kisa maddeler halinde, neler
anlatiyordu ozel ve genel gorelilik kuramlari?

I$ik hizi, tum evrende sabit bir referans hizdir.

Mesafe ve hizdan bagimsiz mutlak bir zaman yoktur.

Cisimler hizlandikca ve i$ik hizina yaklastikca zaman onlar icin daha
yavas akmaya baslar. (Kardesler paradoksu. Hayali bir kisi, i$ik hizina
yakin bir hizda uzayda seyahat ederse, geri dondugunde ikiz kardesinin
cok yaslandigi, belki de oldugu bir durumu bulacaktir.)

Duragan kutleye sahip cisimler asla i$ik hizina erisemezler. Cisim
hizlandikca kutlesi artacagi icin daha fazla ivme kazanamaz. (CERN deki
parcacik hizlandirma denemelerinde bu duruma rastlanmistir.)

Cisimler hizlandikca, hareket dogrultusunda boylari kisalmaya baslar.

Uzay-zaman mekani kutle cekim etkisi ile bukulebilir. Tipki bir carsafin
uzerine birakilan bir cismin carsaf yuzeyini bukmesi gibi.

FOCS 1 isimli, Isvicre de bulunan atom saati. 2004 yilinda calismaya
baslayan saat, 30 milyon yilda 1 saniyelik sapma gosterebilir.

Eistein in cikarimlari farkli zamanlarda defalarca test edildi. Cok
hassas atom saatleri tasiyan ucaklar farkli yonlere dogru ucurulmus ve
saatlerde akan zamanin yavasladigi tesbit edilmistir. I$ik hizina cok
yaklasan notrino ve muon isimli parcaciklarin omurlerinin, Dunya da
uretilen duragan parcaciklardan daha uzun oldugu gozlemlenmistir.
(Kazandiklari hiz sebebi ile...)

Ozel ve genel gorelilik kuraminin cikarimlarinin gundelik hayatimizda
pek yeri yoktur. I$ik hizi ile karsilastirildiginda, hareketlerimiz o
kadar agirdir ki pratikte bir zaman farkliligi algilayamayiz. Her ne
kadar yeni ve carpici fikirler getirmis olsa da Einstein in cikarimlari
yine de kla$ik bir kuramdi. Neden ? Dr Hawking den alintiliyorum.

Maxwell in elektro-manyetizma kurami, Einstein in genel gorelilik kurami
fizikte devrim yapmis olsalar da, Newton fizigi gibi kla$ik kuramlardir.
Yani bu modellerde evrenin bir tek gecmisi vardir. Fakat, kla$ik evren
modelleri atom ve atom alti duzeyinde karsilasilan gozlemlerle
bagdasmaz. Atom ve atom alti parcaciklarin dunyasini anlayabilmek icin,
bu kuramlarin yerine, her biri kendi yogunluguna veya kendi olasilik
genligine sahip, olasi her gecmisi iceren bir evren modeli sunan kuantum
kuramini kullanmaliyiz. Gunluk hayatla ilgili pratik hesaplamalar icin
kla$ik kuramlari kullanmaya devam edebiliriz. Ancak atomlarin veya
molekullerin davranislarini anlamak istiyorsak Maxwell in
elektro-manyetizma kuraminin kuantum uyarlamasina ihtiyacimiz var. Eger
evrenin ilk zamanlarini, yani butun madde ve enerjinin kucucuk bir hacme
$ikismis oldugu zamanlari anlamak istiyorsak kuantum kuramlarina
basvurmaliyiz. Bazi yasalar kla$ik olarak kalirken, digerleri kuantum
yorumu ile ele alinirsa tutarli bir doga anlayisina sahip olamayiz. Bu
nedenle, butun doga yasalarinin kuantum uyarlamalarini bulmaliyiz. Bu
turden kuramlara kuantum alan kuramlari denir.

Fizikte kuvvet alanlari onemli bir konudur. Cesitli kuvvetler
kendilerini kuvvet alani denilen ortam icinde aciga cikarirlar. Bilinen
en iyi kuvvet alani manyetik kuvvettir. Bir miknatisin cekim alanindaki
camin ustune demir tozu dokersek, kuvvet alanlarini rahatlikla gorebiliriz.

Newton ve Einstein fiziginin bazi cikarimlari makro kozmosa yoneliktir.
Yani, Dunya miz veya Gunes imiz gibi gezegen ve yildizlarla,
galaksilerle dolu bir evrene yonelik yorumlardir ve sagduyumuza
uygundur. Evrenin sadece bir tane tarihi vardir. Hizin ve mesafenin
etkisi ile, olaylari farkli zamanlarda algilayabiliriz ama yine de
evrenin sadece bir tane gecmisi ve gelecegi olacaktir. Fizikciler buna
zamanin oku derler ve bizim gundelik hayatlarimizda da son derece onemli
bir kavramdir.

gecmis ------> simdi ------> gelecek

Zamanin oku ile temsil edilen bu akis diyagraminda, hepimiz bir simdi
algisi icinde yasariz. Olaylarin akisi tek yonludur ve asla geriye
cevrilemezler; yani tersinemezler . Vazoyu dusurup kirarsak, zamanin
geriye akmasini ve kirik vazo parcalarinin birlesmesini bekleyemeyiz.
Devinim icinde hepimizin biyolojik saati ilerler ve yaslaniriz.
Kendimize ne kadar bakarsak bakalim, asla gencligimizdeki sagliga,
dinclige geri donemeyiz; sonunda bir gun biyolojik yapimiz tamamen coker
ve olum denilen duruma geceriz. Bundan sonra ise bedenimizin curume ve
dagilma sureci baslar. Otesinde bir hayat olup olmadigi bilimsel olarak
gozlenip olculemedigi icin, bu konu, bilimden cok dinin veya mistik
felsefelerin ilgi alanina girer. Simdilik, bilindigi kadari ile olum,
herhangi bir canli organizmanin hayati faaliyetlerinin, bir daha geri
donmemek uzere kesin olarak sona ermesidir. Elbette, yuzlerce dini,
felsefi veya mistik yorum yapilabilir.

Kla$ik fizik yorumlarina dayanarak tabloya biraz daha uzaktan bakarsak
gorunen sudur, icinde bizlerin de oldugu sayisiz canli veya cansiz
parcacik, surekli bir akis icindedirler ve bu akis tek yonludur .

Daha dogrusu, oyle zannediliyordu.

Artik kuantum kuramina sozu vermenin zamani geldi.

-devam edecek-

Levent ERTURK
LEVENTERTURK1961
https://leventerturk1961.wordpress.com/


Grup eposta komutlari ve adresleri      :       
Gruba mesaj gondermek icin      :       ozgur_gun...@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin    :       ozgur_gundem-subscr...@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin   :       ozgur_gundem-unsubscr...@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin     :       ozgur_gundem-ow...@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz   :       http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz     :
http://orajpoyraz.blogspot.com/






 

-- 
You received this message because you are subscribed to the Google Groups 
"Gugukluhayat" group.
To unsubscribe from this group and stop receiving emails from it, send an email 
to gugukluhayat+unsubscr...@googlegroups.com.
To post to this group, send email to gugukluhayat@googlegroups.com.
Visit this group at https://groups.google.com/group/gugukluhayat.
For more options, visit https://groups.google.com/d/optout.

Cevap