Merhaba,

maaşallah iki gün mailleri cevaplamadım, herkes uçmuş.

Başka kimlere kızdığımı kafalarını kopardığımı söyleyeyim de, işten
atacağınıza hiç almayın daha iyi:

- İş yerinde gerekenden bir dakika daha fazla zaman geçirenler. Günde
sekiz saatten (yemek molaları da dahil) fazla büroda oturanları her
ayın sonunda büroma çağırıp iyi bir haşlıyorum.

- Gecenin köründe mail atanlar. İnsanlarla çalışmak istiyorum,
vampirlerle değil.

- Verdiğim kişisel kullanım bütçesini iş için kullananlar. (Her
programcıya maaşlarının dışında yıllık 1000 EURO harcama hakkı veriyorum,
harcamayla ilgili iki şartım var: İş için harcamayacaksın ve kişisel
gelişimine katkı yapacak bir şeye harcayacaksın.) Tutup test için
ikinci bir bilgisayar alan azarı işitirken, kendine gitar alan, rüzgar
sörfü kursuna yazılan aferini alıyor.

- Şirketin sosyal aktivitelerine katılmamayı düzenli hale getirenler.

- Öğle yemeği sırasında da çalışanlar ve/veya öğle yemeğini grupla
beraber yemeyenler. Öğle yemeğinde iş konuşanlar.

- Rapor toplantılarında teknik detay anlatmaya kalkanlar.

- Bir şeyi nasıl programlaması gerektiğini gelip bana soranlar.

Ve evet, daha önce söylediğimi yine tekrar edeyim, programlama
sürecinde önceden belirlenmiş çerçevenin dışında program, toolchain
vs. kullananlar.
Herkesin kullandığı sıradan ofis programlarının yerine kafasına göre
başka şeyler kullananlar.
Burada bunu ideolojik bir nedenle yapıp yapmamasının önemi yok.

Bir programcının programlama sürecindeki görevi kendisine verilen işi,
kendisine verilen programlarla, kendisine verilen sürede yapmaktır.
Nokta. Burada programcıların hiç bir özgürlüğü yoktur. Bunun sebebi,
"geliştirme" ve "programlama" süreçlerini birbirinden ayrı tutuyor
olmamız. Geliştirme sürecinde işin bütününü bölebildiğimiz en küçük
parçaya kadar bölüyoruz. Her parçanın kim tarafından, ne zaman, nasıl
yapılacağı, hangi dil, plugin, framework, compiler vs. vs.
kullanılacağına karar veriyoruz. Bu süreçte herkes her şekilde fikrini
söylemekte, savunmakta, hoşuna gitmeyen işi yapmayı reddetmekte özgür.
Bu süreç boyunca tek işi bu konuşulanları dökümante edip görevleri
UML'e dökmek olan bir kişi var, bu kişi daha sonra o işin Bugmaster'ı
olarak çalışıyor, programlama yapmıyor. Tartışmanın çok uzadığı bazı
durumlarda oylama bile yapıyoruz, son kararı programın bütçesinden
sorumlu olduğum için ben veriyorum. Ama bugüne kadar "patron benim bu
böyle yapılacak" diye masaya vurmamı gerektirecek bir durum olmadı.
Karar verildikten sonra tartışma bitiyor, esneklik ve özgürlük de.
İşin bizim uzmanlık alanımıza girmeyen kısımları UML'le dökümante
edildiği şekilde outsource ediliyor. Karşı taraftan da bizimle aynı
disiplinde çalışmasını bekliyoruz. Programlama süreci bittiğinde parti
veriyoruz, içiyoruz, eğleniyoruz. Çok büyük bir iş çıkmışsa daha büyük
bir aktivite yapıyoruz. Mesela iki hafta önce Segway'le Harz
dağlarında tur attık, 5 saat kadar Segway'le gezdik, sonra şehir turu,
akşam da yemek müzik içki vs. Tüm masrafları şirket karşıladı.

Önceki iş yerimde 3 sene boyunca bu sistemi uyguladım. Şimdiki iş
yerimde de uyguluyorum. İlk başlarda adaptasyon sıkıntısı çekenler
oluyor. Özellikle "şimdi bilgisayarını kapatıp evine gidiyorsun, yarın
öğlene kadar seni burada görmeyeceğim" dediğim zamanlarda. Bir de
"hemen kalkıp öğle yemeğine gelmezsen ağ bağlantını keserim" var ki,
sanki ölümle tehdit ediyormuşum gibi tepki alıyorum. Patron da
adaptasyon sıkıntısı çekiyor, eleman ne kadar çok çalışırsa o kadar
iyi sandığından. Sanki üretim bandında işçi çalıştırıyorsun. :) Bir
kaç hafta sonra hem ortam rahatlıyor, programcıların arasındaki
gerginlik azalıyor, insanlar daha sakin bir ruh haliyle işe gelip,
canları istediğinde, kimsenin kendilerini işten kaytarmakla
suçlamayacığından emin olarak evlerine gidiyorlar. Kod kalitesi
artıyor. Bugmaster'ın bug bildirmediği günlerde herkesi tek tek el
sıkışarak tebrik ediyorum.

Kim evinde ne yapar, hangi programı kullanır, beni ilgilendirmez. Beni
ilgilendiren ürün / üretim kapasitesi dengesinin bozulmaması,
risklerin ve kaynakların yönetilebilir olmasıdır. Üretim kapasitesi
diye bahsettiğim programcıların zihinsel ve bedensel sağlığıdır, iş
yapma isteklerinin korunmasıdır. Risk ve kaynak yönetimini de
anlatırdım ama yeter.

Son sözüm şu, ben beş yıl kadar yukarıda anlattıklarımın tam tersi
şekilde yönetilerek programcılık yaptım. Her sabah işe giderken
kendimi savaşa gidiyor gibi hissediyordum. Özel hayatımızdan ödün
vermemiz (kaç kez gitar kursuna yazılıp, parasını verip de
gidemediğimi ben bilirim), işimizin özel hayatımıza sarkmasına göz
yummamız destekleniyordu. Ne kadar çok büroda oturursan o kadar
iyiydi, hatta yemeğini de mümkünse masanda yemeliydin. Öğle yemeğini
yemekhanede yiyorsan bu bir çeşit hızlandırılmış teknik toplantı
anlamına gelirdi. Ben o beş senede 90 kilodan 115 kiloya çıktım,
hayatımda ilk kez bel ağrısı çektim. Hasta olup rapor aldığında bile
maillerini cevaplaman beklenirdi. Patron geceyarısı mail atıp sabah
yediye bir rapor ister, sen sabahlayıp raporu yetiştirirsin, sonra
öğlen üçte eve gitmeye hazırlandığında gelip "nereye gidiyorsun bu
saatte" diye sorardı. Üstelik de fazla mesai hesabın sendikanın izin
verdiği sınırın iki katını aşmış olmasına rağmen. Proje toplantısında
"sen şunu yap sen de şunu" diye iş paylaştırılır, herkes kafasına göre
o işten ne anladıysa yapar getirirdi. Sonra bunları birleştirmek için
bir o kadar daha çalışırdın. Patron hayatında program yazmamış
olmasına rağmen haftasonu iki kitap karıştırıp gelir, "şunu şöyle
şöyle programla" deyip giderdi. Yıllık iznini blok olarak almana
hakkın olmasına rağmen izin verilmez, bir haftadan fazla izin alırsan
şirket laptopunu da yanında götürmen şart koşulurdu.

Bütün bu yaşadıklarım bana bir gün yönetici olduğumda neyi nasıl
yapmam gerektiğini öğretti. Vaktinde üç kelimeyle özetlemiştim:
"Dilbert evreninden çıkmak." Bugün sohbet ettiğim insanlara en severek
anlattığım şey nasıl karar verdiğimle ilgili. "Çok basit" diyorum
"benim yerimde eski patronum olsa ne yapardı diye düşünüp, tam tersini
yapıyorum."...

Biraz da hava atayım. Önceki yönettiğim projenin bütçesi 26 milyon
Euroydu. Kendi ekibimin (16 kişi) dışında bize katkı sağlayan altı
firmanın daha ekipleriyle (~60 kişi) koordine çalışıyorduk. Şimdi
proje değil ürün yöneticiliği yapıyorum, yani sadece programı
üretimini değil, aynı zamanda tanıtımını, pazarlamasını ve eğitimini
de koordine ediyorum. Yazılım firmaları için küçük rakamlar olabilir
bunlar. Ancak biz yazılım değil, ziraat firmasıyız. Ziraatle ilgili
işlerimizi optimize etmek için özel yazılım üretiyoruz. Yazılım
sektörü dışında yazılım üretiyor olmanın güzel yanı, gelir seviyesinin
(SAP, Microsoft vs. dışında) yazılım firmalarında çalışanlara göre çok
daha yüksek olması. Demişsiniz ya "bana çalışıyor olsaydınız" diye.
Büyük ihtimalle bütçeniz beni işe almaya yetmezdi zaten. :-)

Selamlar,
Yağmur

2012/7/13 F. O. Ozbek <oz...@gmx.com>:
> Benim de personel ve butce sorumlulugum var. (son 15 yildir..)
> Eger siz bana calisiyor olsaydiniz, bu yazinizdan sonra
> ben de sizi isten atardim.
>
> :-)
>
> Oktay.
_______________________________________________
Linux-sohbet mailing list
Linux-sohbet@liste.linux.org.tr
https://liste.linux.org.tr/mailman/listinfo/linux-sohbet
Liste kurallari: http://liste.linux.org.tr/kurallar.php

Cevap