** * BİR ERMENİ'NİN ULUSALCILIKLA TERS İLİŞKİSİ* Bilindiği üzere tiyatro, antik dönemin en önemli sanat etkinliliğidir. Çok az değişiklikle günümüze kadar ulaşan bir kaç sanat alanının en başında gelir. Bu sanat binlerce yıldan beri batı toplumlarının değişip dönüşmesinde, aydınlanmasında temel rol oynamıştır. Doğu toplumlarını Osmanlı üzerinden modern tiyatroyla ilk tanıştıranlar Ermeniler olmuşlardır.
Ermeni bir sanatçısının trajikomik yaşam öyküsünü Tiyatro maceramız bağlamında yazmaya çalışacağım. Bilindiği üzere Reform ve Rönesans hareketleri Batıda Hıristiyanlığın geniş halk yığınları üzerindeki etkisini oldukça azaltmış ve insanlığın ilgisini sanatsal ve düşünsel planda antik döneme yöneltmiştir. Bu süreçte ortak dinsel kimlik yavaş yavaş yerini ulusal kimliğe bırakmış, buna bağlı olarak da ulus-devlet furyası başlamıştır. İnsanlık tarihinin önemli dönemeçlerinden biri olan 1789 Fransız devrimi bu aydınlanma sürecinin sembolü olarak kabul edilir. Osmanlı Toplumunda Fransız Devrimini yaratan değerlerle ilk tanışanlar gayrimüslimler, özellikle de Ermeni burjuvazisi ve Kilisesi olmuştur. Doğal olarak sanatsal ve düşünsel plandaki batı modernizmini Osmanlı topraklarına taşıyanlar da onlardır. Tekrar konumuza, yani Tiyatro tarihimize dönersek Ermeni bir din adamı olan ve Hıristiyanlık dünyasına kendi adıyla bilinen dini bir gelenek hediye eden Mıkhıtar'la işe başlamamız gerekecek. Mıkhıtar, 17. yüzyıl sonlarında din adamlığı kariyerinin ilk basamağına ayak basar. 1801 yılında İstanbul'da yeni bir dini cemaat oluşturur ve hizmet faaliyetlerine başlar. Bu idealist ve ilerici din adamı 1834 yılında Podov'da Murat , 1836'da Venedik'te Rafael kolejininin kuruluşuna öncülük eder. *(Sordum soruşturdum, ülkemizde dini cemaatlerin yurt dışında okul açma geleneğini de bir Ermeni din adamının başlattığı ve Türkiye'deki cemaatlerin aslında Mıkhıtar'ı 150 yıl geriden takip ettikleri hususunda bir polemiğe rastlamadım. Allah Allaaaah, ulusalcılar-Kemalistler bu değerli bilgiyi nasıl da kaçırmışlar! )* Bu okulların kuruluş amacı dinini diyanetini tanıyan, Ermeni ulusunun aydınlanmasına öncülük edecek nesillerin yetiştirilmesi ve Ermeni toplumunu Rönesans Hümanizmasıyla tanıştırmaktan öte bir şey değildir... Bu asli faaliyetinin bir parçası olarak Ermeni Dilinin modernleştirilip zenginleştirilmesi, halka benimsetilmesinde tiyatroya büyük bir rol biçilir ve Mıkhıtarist okullar bu misyonu da üstlenirler. Yukarıda adlarını zikrettiğim her iki okulun bünyesinde güçlü kadrolara sahip tiyatrolar kurulur. Bu okullarda yetişen idealist Ermeni Tiyatro sanatçıları Ermeni ulusunun aydınlatılması yolunda İstanbul'da da yoğun tiyatro faaliyetlerine başlarlar. Mıgırdıç Beşiktaşlıyan ve Sırabiyon Hekimyan'ın başını çektiği bu sanatçılar Batı dillerinden Ermenice'ye çevrilen eserlerin yanı sıra kendi yazdıkları oyunları da oynarlar. Bu dönemde Tiyatro toplulukları İstanbul'daki Ermeni okullarının salonlarında, Ermeni kurumlarının maddi ve manevi desteğiyle, Ermeni ulusu için Ermeni dilinde faaliyetlerini sürdürürler. 1840- İstanbul'da Hagop Vartovyan adlı bir çocuk dünyaya gelir. Ermeni kilisesinde dualarla vaftiz, okullarında büyük umutlarla ve özenle tedris edilir. Hagop Vartovyan büyüye dursun, 1859 yılında Hekimyan İlk profesyonel Ermeni tiyatro topluluğu olan Şark Tiyatrosu'nu kurar fakat başarılı olmaz. Özellikle Kader arkadaşı Beşiktaşlıyan tiyatro'yu Ermeni dilinin modernleştirilmesi, Ermeni ulusunun aydınlanmasının bir aracı olarak gördüğü için ticari yönü ağır basan profesyonel tiyatroya sıcak bakmaz. Bunun Ermenice dışındaki dillere ağırlık verilmesine yol açacağını sezer. 1862- ( 15 Mayıs) Artık yetişkin olan Hagop Vartovyan Şark Tiyatrosuna oyuncu olarak adımını atar ve Victor Hugo'nun bir eserinden uyarlanan Ermenice bir oyunda küçücük bir rol alır. Bu arada Şark Tiyatrosu Ermenice oyunların yanı sıra Türkçe oyunlar da sahnelemeye başlar; ancak bir süre sonra işler sarpa sarar ve bu tiyatro kapanır. Küllerinden üç tiyatro birden doğar. Bunlardan en uzun soluklusu ve etkilisi Hagop Vartovyan yönetimindeki Asya Kumpanyası olacaktır. Hagop Vartovyan 4 Nisan 1868 yılında Karabet Papazyan'ın Fransızca'da çevirdiği, daha önce defalarca Ermenice sahnelenen Cesar Millan Borgia adlı eseri bu sefer Türkçe olarak sahneler ve büyük ilgi ve para görür. Yeni Osmanlıların hararetli mensuplarından Ebuzziya Tevfik on erkek ve bir o kadar kadın oyuncu istihdam eden, yoğunlukla Fransızcadan Ermeniceye çeviri ya da Ermenice te'lif eserler sahneleyen, arada bir Türkçe oyunlarla da sesini duyuran Vartovyan'ın Asya Tiyatrosundan kıskançlıkla bahseder. Bu arada Hagop Vartovyan Türkçe paranın ve güçlü alkışların etkisiyle Türkçe oyun sayısını arttırdıkça arttırır. Mıkhıtar okullarında doğan ve Ermeni aydınlanmasını, hümanizmayı, Ermeni dilinin modernleştirilmesini ve yaygınlaşmasını hedefleyen Ermeni Tiyatro geleneği Hagop Vartovyan eliyle Türkileşmektedir. Vartovyandaki değişim "Yeni Osmanlıların" da dikkatinden kaçmaz. Teker teker kendisine yanaşırlar ve onu kuşatırlar. Mustafa Fazıl Paşa, Namık Kemali, Ali Bey gibi milliyetçiler, yani günümüzden bakarsak öncü ulusalcılar Vartovyan'ın tiyatrosuna sermaye koyarak ortak bile olurlar. Hagop Vartovyan, bu dönemde tiyatrosu gibi adını da %50 Türkleştirerek Güllü Hagop adını kullanmaya başlamıştır. 1869 yılında tiyatrosunun adını Tiyatro-i Osmani olarak değiştirir. Güllü Hagop kuşatıldıkça Türkleşir, Türkleştikçe Türkçüleşir... Metin And'ın yazdığına göre "Güllü Hagop'a kalsa oyunlarının tümünü Türkçe sergileyecekti. Ancak oyuncuların yüzde doksanı Ermenilerden oluşuyordu ve onlar ısrarla kendi dillerinde oynamak istiyorlardı. Güllü bu oyuncuları kaçırmamak için arada bir Ermenice oyunlar da sahnelemek zorunda kalıyordu" Ancak yukarıda onun türkleştiğini iddia eden söylemlerin yanında ciddi bir kişilik parçalanması(şizofreni) yaşadığına dair de epeyce karine vardır. İleride değineceğimiz proto Türkçü, hamaset kokan oyunlarıyla aynı tarihlerde Ermeni Milliyetçiliğinin best selleri sayılabilecek eserleri de sahneye koyar. Yani Güllü Türkçede Türkçülüğü, Ermenice'de Ermeniciliği oynar. Nasıl olsa terbiyecisi, korku saygı karışımı bir itaatle bağlı olduğu efendileri Ermenice anlamazlardı! Bu bölünmüş parçalanmış kimliğin ve kişiliğin bireyi nerelere sürükleyeceğini Hagop Vartovyan'ın şahsında tüm çıplaklığıyla görürüz. Şarasan, Güllü Hagop'un yöneticilik ve oyunculuk vasıflarını övdükten sonra şöyle diyordu: " ... O kadar psikolojik küçüklükleri, aşağılık diye adlandırabileceğimiz davranışları ve küçük hesapları vardı ki onun bu yeteneklerini yok ediyordu. Tarihi Ermeni destanlarının, tiyatro eserlerinin sahnelenmesine ve Avrupalı oyunların Ermenice'ye çevrilmesine izin vermemiştir"( Vartovyan Kumpanyası ve Yeni Osmanlılar, Fırat Güllü;bgst Yayınları,sayfa 47-48) Karnik Stephanyana göre Vartovyan Türk aydınlarının etrafında oluşturduğu çemberin daraldığını fark ediyor ancak devletten edindiği yardımlar ve imtiyazlar karşılığında ödün vermek zorunda kalıyordu. O kadar ki Türk yazar ve düşünürlerden oluşturulmuş bir tiyatro komisyonu kurulmasına ve bu komisyonun Tiyatrosunu yönlendirmesine, repertuvarını belirlemesine bile kendisi öncülüedecektir. Komisyonda 1894-96 ilk kitlesel Ermeni kıyımında rol alacak Emniyet müdürü Nazım Bey'e bile görev vermiştir. Şemsettin Kutlu ise "Güllü Hagop 1869 yılından itibaren Ermenice temsillere tamamen son vermiş, tümüyle Türkçe oyunlar sahnelemeye başlamıştır" diyerek ondan övgüyle söz eder. 1873 yılına gelindiğinde Güllü Hagop ulusuna karşı ar ve haya perdesini tamamen yırtmıştır. Namık Kemal'in Vatan Yahut Silstire adlı aşırı milliyetçi didaktik piyesini bile sahnelemiştir. O namık Kemal dir ki, milyonlarca gayrı müslimin Osmanlı topraklarında yaşadığını bildiği halde, muhalif olduğu padişah Tanzimat Fermanıyla Müslüman ve Hıristiyan vatandaşları eşit kabul etmişken; gayrı Müslimleri orduya bile almayı gündemine almışken Hristiyan-Ermeni bir sanatçının yönetiminde ve üstelik oyuncu kadrosunun neredeyse tamamı Ermenilerden oluşan bir tiyatroda oynanmak üzere yazdığı " Vatan yahut Silistire" piyesinde " İslami vatanı ancak ve ancak Müslümanlar diğer Müslümanlar adına şehit düşerek koruyabilirler" diye özetlenebilecek tekçi, inkarcı, yok sayıcı bir tezi işliyor ve oyunun başkahramanı İslam Bey'e şu sözleri söyletiyordu: "Müslüman olan bütün kardeşlerime şu zayıf vücudumu siper edeceğim" Sarasyan'agöre Vartovyan Türkçe oyunlardan çok büyük paralar kazanmış, bir dönem saraydan gelen bahşişlerle bu kazancını daha da artırmıştır. Zaten saraydan 10 yıl boyunca Türkçe ve Ermenice oyun oynama imtiyazı bile almıştır. Vartovyan'ın parayı bulma ve efendilerinden aferin alma sevdası olarak başlayan ve peyderpey kimliğini ve kişiliğini parçalayan, değerlerini ayaklar altına aldıran bu ihtirası tiyatronun politik mücadelelerinin güçlü bir propaganda aracı olacağını sezen "öncü ittihatçılara" altın bir fırsat sunmuştur. Yani Hagop Vartovyan, bir ermeni olarak padişah karşıtı tekçi, Türk-İslamcı güçlere Ermeni ulusunun tüm tiyatro birikimini altın tepsi içinde sunarak, ileride ulusunu neredeyse tümden imha etmeye yeminli kadroların yetişmesine büyük bir katkı sunmuştur. Oysa Etyen Mahçupyan tam da bu dönemi kapsayan değerlendirmesinde Osmanlı devlet düzeni için şu tespitleri yapmaktadır: " Osmanlının çok kültürlülük anlayışı özgürlüğü tüm toplum için tanımlayan ve denetlenebilir kılan bir işlev görmektedir. Bu anlamda çok kültürlülük toplumun yönetilebilmesi için korunan ve yeniden üretilen bir özelliktir" ( Osmanlı'dan Postmoderniteye, Yol Yayınları, İstanbul, sayfa 40-41) Peki Hagop Varovyan'ın tiyatrosuyla pompalanmasına aracılık ettiği padişah karşıtlığı ve Türk milliyetçiliğinin somut sonuçları ne olmuştur? Bunu iyi anlamak için sizleri Vatan yahut Silistire oyunun Abdülaziz yönetimindeki Osmanlı İstanbul'unda 1Nisan 1873 tarihinde gerçekleştirilen galasına götüreyim: Tiyatroy-i Osmani'nin Gedikpaşadaki salonu tıklım tıklım doludur. Oyunun henüz başlarında izleyiciler galeyana gelerek " Muradımızı isteriz" diyerek padişaha karşıtlıklarını dile getirirler. Hele hele ikinci perdenin başında aşağıdaki hamaset yüklü marşı dinleyen izleyiciler sükunetini iyice kaybeder: Amalimiz, efkarımız ikbal-i vatandır Serhaddimize kal'a bizim hak-i bedenimizdir Osmalılarız ziynetimiz kanlı kefendir Kavgada şahadetle bütün kam alırız biz Osmanlılarız can veririz nam alırız Kan ile kılıçtır görünen bayrağımızda Can korkusu gezmez ovamızda dağımızda Her köşede bir şir yatar toprağımızda Osmanlı adı her duyana lerze resandır Ecdadımızın heybeti maruf-i cihandır Fıtrat değişir sanma! Bu kan yine o kandır Top patlasın ateşler etrafa saçılsın Cennet kapısı can veren ihvana açılsın Dünyada ne bulduk ki ölümden kaçılsın Oyun sloganlar ve cezbe halini çağrıştıran bağırış - çağırışlarla sona erer. İzleyiciler oyunun yazarı Namık Kemali sahneye davet ederler, ancak o gelmemiştir. Bunun üzerine bir grup yazarın çalıştığı İbret gazetesine yürüyüşe geçer ve ona teşekkürlerini belirten bir not bırakırlar. Oyun tam 47 kez kapalı gişe oynamış, on binlerce insan milliyetçi, Hıristiyan ve padişah karşıtı duygular yüklenerek salondan çıkmıştır. Bunun böyle olması zaten kaçınılmazdı, zira Hagop vartovyan bu oyuna tüm dehasını ve parasını koymuştur. Kendisi bu hususta şunları söyleyecektir: " Etkili bir oyundur. Yaftalara top resmi koydum, tiyatro tıklım tıklım doldu. Sonra bilseniz dekorlar için neler harcamadım. Odesa'da bir alaydan satın aldığım Rus asker kaputları, şapkaları, karargah dekorları... Ne para getirecekti. Nerede bir daha böyle oyun bulurum" İster kumpasa alınma-kuşatılma deyin, ister para ve şöhret hırsının sürüklediği kişilik aşınması deyin, ister efendilerine hayranlık deyin, ya da bir kesimin iddia ettiği gibi işini yürütme amaçlı takiyye ve iki yüzlülük deyin Hagop Vartovyan kişisel çıkarlarını milliyetçi - ulusalcı efendilerinin emelleriyle birleştirmeye başladığı anda Güllü Hagop oluvermiş, süreç içinde Güllü Yakupa dönüşmüş, en sonunda "hak dine" ve egemen ulusa alenen iltica edip Yakup Güllüoğlu olarak bir süre daha yaşadıktan sonra Türk-İslam kimliğiyle bu dünyadan göç etmiştir. Hagop Vartovyanın Yakup Güllüoğlu'na dönüşmesinin ön belirtileri olarak tarih sayfalarına düşmüş bir kısım bilgileri de paylaşayım: Bir kısım Rumlar ve Mimar Sinan gibi Ermenice konuşmayan Anadolu Ermenileri hakkında üretilmiş sözde bir tarih vardır: " Türkler Anadolu'ya geldiklerinde Anadolu boş değildi. Bizans kalıntısı Rumlar, Ermeniler, Kürtler, Süryaniler, Araplar ve daha nice halklar varlıklarını sürdürüyorlardı. Bir kısım Türk boyları bu halklara yanaşarak yerleşik hayata geçtiler. Daha sonra buralarda unutuldular. Onlar da tıpkı gayrı Müslimler gibi askerlikten muaf tutulduklarından Hıristiyanlaştılar ama dillerini unutmadılar. İşte Karamanlı Rumlar , Kayseri, Kastamonu, Yozgat gibi Anadolu illerinde yaşayan Ermeniler aslında bu Türklerdendir" (Yakın zamana kadar Kürt diye bir halkın varlığı kabul edilmediğine göre Kürtler arasında yaşayıp sadece Kürtçe konuşan Ermeniler kime dayandırılıyordu?) Hagop Vartovyan'ın bu hikayeyi duyup duymadığını bilmiyoruz ama en küçük oğlu viyolonselist Necip Aşkın'ın aktardığına göre babası küçük yaşta dedesiyle beraber Kayseri'den İstanbul'a göçle gelmiştir. Vartovyan, Müzikayı Hümayunda beraber çalıştığı Kolağası Halil Bey'e " anne ve babasının evde Türkçe konuştuklarını, hiç Ermenice bilmediklerini söylemiştir" Oysa Anadolu'da Müslümanlar içinde azınlık olarak yaşayan okulsuz Ermenilerin Ermeniceyi zamanla unuttukları çok iyi bilinen bir gerçektir. Hagop Vartovyan gibi dönemin entelektüel ortamında yetişmiş birinin bu gerçekleri bilmemesi mümkün değildir. O halde Türk milliyetçiliğinin yükselen değer olmaya başladığı dönemde başlangıçta egemene yaranmak, kişisel çıkar ve imtiyaz için takiyye yapması güçlükle muhtemeldir. Ancak bu takiyyeci, iki yüzlü yaşamın ağır yükünü daha fazla taşıyamayarak ömrünün sonlarında Müslüman olmuş ve 1880 yılında Abdülhamit tarafından saraya alınmıştır. Saraya alındıktan sonra müslüman olduğu yolunda da iddialar vardır. Bir kısım kaynaklara göre 1891 yılında, diğer bir kısmına göre ise 1902 yılında ölmüştür. Bu yazıyı Güllü Hagop'tan 100 yıl sonra bile İttihatçı geleneğin temsilcileri Ulusalcı- Kemalistler'e gerdan kıvıran tüm ötekilere ithaf ediyorum. Marif KORKMAZDevamını Gör -- -- - Diwanxane, platformek azad e, ideolojik nine, demokrasi serdest e; hemu Kurd dikarin bi rengeki azad ramanen xwe binin zimen, kovar, malper u rojnameyen xwe bidine nasin, helbest an nivisen xwe parve bikin. Heqaret qedexe ye. Rojda Xanim, Serger Barî, Mihemed Rojbin ji bo niha moderator in. Navnisan: http://groups.google.com.tr/group/diwanxane - Diwanxane; Kurtceye kucuk bir adim icin kurulmus en buyuk Kurd mail grubu. Hukuki sorumluluk yazara aittir. Kurd kultur milliyetciligi esas alinir. Duzeysiz mailler onaylanmaz. Kurd dillerindeki mesajlara oncelik taninir. --- You received this message because you are subscribed to the Google Groups "Diwanxane" group. To unsubscribe from this group and stop receiving emails from it, send an email to diwanxane+unsubscr...@googlegroups.com. For more options, visit https://groups.google.com/groups/opt_out.