------------------------------------------------------------------------

  *ZEYNEP ALTIOK AKATLI : *ORWELL’IN HAYVAN ÇİFTLİĞİ, POPÜLER KÜLTÜR VE
  CEHALET…


    *08.10.2017 - CHP Genel Başkan Yardımcısı*

Bu bilmezlik, siyasi rant için bile bile gerçekleri değiştirme, yalan
-adını siz koyun önümüzde apaçık duran -sevgili annem Füsun Akatlı’nın
bir kitabına Shakespeare’den esinle isim olarak verdiği-
/*"kültürsüzlüğümüzün kışı"*/nı yaşadığımız gerçeğidir

*TDK*’ye göre *‘diktatör’*ün tanımı: Bütün siyasi yetkileri kendinde
toplamış kimse.

*TDK*’ye göre *‘adalet’*in tanımı: Yasalarla sahip olunan hakların
herkes tarafından kullanılmasının sağlanması.

Hayvan Çiftliği, Onuncu Bölüm: /*"Bütün hayvanlar eşittir ama bazı
hayvanlar öbürlerinden daha eşittir!"*/

Birini tercih edeceğiz. Ya yasalar önünde eşit yaşayan özgür ve
demokrasiye bağlı bireyler olacağız. Ya da diktatör ne derse o olacak…

Yani ya hepimiz ya da hiçbirimiz…

• • •

Son günlerde Orwell’in Hayvan Çiftliği romanı üzerinden yapılan
açıklamaya bakılırsa*AKP*’nin Genel Başkanı ne derse olsun istemenin de
bir adım ötesine geçmiş ne uydurursa o olsun istiyor!*15 yıllık AKP*
iktidarı boyunca sistemli şekilde öncelikle eğitimi hedef alarak
yerleştirilen kültürsüzlük, bu yozluğun inşası için kullanılan popüler
kültür ve kalıcı olan teslimiyet sayesinde koca ülke sahici bir çiftliğe
dönüştü.

Öyle ki kulaktan dolma bilgilerle afili yazar, filozof isimleri
kullanmak bu yolla aydın postuna bürünmek de yetmiyor. Hiç söylenmemiş
sözleri, hiç kastedilmeyen yorumları bu isimlere atfederek, çıktığınız
tahttan büyük bir özgüvenle *‘hayvan çiftliğindeki sürülere’* doğru
savuruverdiniz mi daha güvenilir, bilge ve inandırıcı görünüyorsunuz
anlaşılan. Kimse işin gerçeğini bilmez, kimse sorgulamaz nasılsa.
Sorgulamayan, düşünmeyen sadece beyana inanan bir toplum inşa edilmiştir
artık. Düşünenler susturulmuş, konuşanlar tutsak edilmiş, ısrarcılar bir
şekilde yok edilmiştir. *‘Kral çıplak’* diyebilecekler de korkudan
susmaktadır.

Hayvan Çiftliği olabilecek en ince ve ironik biçimde tam da bu tabloyu
anlatır. Kitapta özetle; çiftlikte yaşayan hayvanlar baskılar ve
kısıtlanan özgürlüklerden yılmıştır. Arzuları kendilerine iyi
davranılması olan hayvanlar başkaldırır ve yönetimi ele geçirirler. Bir
kanun çıkartırlar. İnsanlar gibi olmayacaklar, asla başka bir hayvanı
öldürmeyeceklerdir. Başta her şey yolunda gider ve kendi aralarında
yaptıkları eşit iş dağılımı ile çiftliği mükemmel şekilde işletirler.

Ancak iyilik bu kadar kolay değildir. Diğerlerinden üstün olmak isteyen
hırslı domuzlar iktidarı ele geçirir ve insanlardan da daha baskıcı bir
düzen kurarlar!

Snowball adındaki domuz okumayı öğrenip diğer hayvanlara öğretmeye
başlar. Snowball düşünen biri olduğu için zamanla liderliğini
kaybetmekten korkan Napolyon’un kinini kazanmaya başlar. Napolyon gücünü
koruyabilmek için yavru köpekleri polis gibi eğitip kendi himayesine
alır. Gücü eline geçirdiğinde Snowball’u hain ilan ederek çiftlikten
attırır. Napolyon ihtiras ile kendine göre kararlar almaya başlar. İlk
olarak kelime oyunları ile anayasa’da değişikliklere gider. Tabi ki
değişiklikler hep kendi rahatı, rantı ve iktidarı içindir. Çiftliğe
propaganda için yandaş medya’yı getirir ve sürekli kendini haklı
gösteren ve öven yayınlar ile hayvanların beynini yıkamaya başlar!
Çiftlikte bir sorun olduğunda bir zamanlar kovdurduğu ve ortalıkta
görünmeyen Snowball’a suçu atar. Güzel bir şey olduğunda da kendi
marifeti olduğunu bağırarak anlatır. Muhalif bir görüş olduğunda ise
polis köpeklerini salarak korku yaratır.

Napolyon çiftlikte kıtlık başlayıp açlık baş gösterdiğinde tavukların
yumurtalarını satmaya karar verir. Fakat tavuklar karşı çıkınca onları
hain ilan eder ve hepsine ölüm cezası verir. Anayasada da maddeyi
/*"hiçbir hayvan öldürülemez, hainler hariç"*/ diyerek değiştirir. Bunun
üzerine tüm tavuklar öldürülür. Napolyon başkan olmanın konforunu sonuna
kadar yaşamak ister ve bu yüzden bir zamanlar çiftlikten kaçırdığı
insanlarla anlaşma yapar. Keyfi için çiftliğin ürünlerini onlara satar
ve ihtişam içinde hayatına devam eder…

Bu kısa özete baktığımda benim aklıma gelen Birleşmiş Milletler olmadı
nedense. Hatta kitabın yazıldığı dönemde eleştiri getirdiği Stalin ve
onun iktidarı da aklıma öncelikli olarak düşmedi.

Tarihsiz bir sistem eleştirisi olarak Hayvan Çiftliği’nin, muktedirin
diline nasıl ve neden düştüğüne bakalım. İktidarın siyasal İslâm etkisi
altına alarak topyekûn değiştirmek istediği eğitim sistemi felsefeye,
edebiyata, sanata düşman. Geçmiş ve bugün bağını yok etmek üzere
belleksiz ve bilgisiz bir toplum yaratma emeliyle ilk ve orta öğretimi
tamamıyla imam hatiplere teslim eden anlayış iş yüksek öğretime
geldiğinde intihallerle profesör olan, /*"Cemevi, Ali, insana saygı,
Madımak, hoşgörü diyen ne kadar namussuz mezhepçi varsa Halep’te
katillerle beraber. Lanetliler topluluğu…"*/ sözleriyle halkı açıkça kin
ve düşmanlığa teşvik eden açık nefret dili kullanan akademisyenler
gibileri koruyup kollar hatta iktidarın kilit görevlerini emanet eder.

Cahilleştirilen kitleler toplumsal hafızasızlık da eklendiğinde süslü
sözlere, kof vaatlere kolayca inanır hale geldi. Öyle ki bilgisizliği
açığa çıkaracak, ifşa edecek birikimde eğitmen, siyasetçi, gazeteci de
bulunmaz oldu genç nesil arasında. Tarihi, doğruyu, bilgiyi eğip bükme
de yetmez olunca okkalı yalanlar devreye giriveriyor şimdilerde. Öyle ya
Kabataş’ta gündüz ortası*100 adamın* bir türbanlı bacımızı üstleri
çıplak, deri pantolonlar ve zincirlerle çevreleyip üzerine işediği ve
gelip geçen kimsenin de müdahale etmediği müthiş bir zulüm tablosuna
ülkenin önde gelen /*"okumuş yazmış"*/ gazetecileri, genel yayın
yönetmenleri bile inanır!

/*"Camileri ahır yaptılar"*/ klişesi yetmemiş olsa gerek /*"cenazeleri
yıkayacak imam yoktu"*/ safsatasını sorgulayacak *‘cenazeyi imam yıkamaz
ki’* diyebilecek /*"dindar"*/ bile bulunamaz olur. Bu söylemler ve
eğitim politikalarının bugün ülkemizi getirdiği yer*993 bin 794
öğretmen*,*156 bin *akademisyen yanında*101 bin *imam-Kur’an kursu
hocası-müezzin;*61 bin 201 okul* yanında*87 bin 806 cami* bilançosudur.
İstanbul Müftüsü /*"10.000 cami daha gerek İstanbul’a"*/ diyor.
Sanırsınız büyük bir zulüm var. Evet*21*. yüzyıl Türkiye’sinde cenazeler
yerlerde kalıyor ama imam yokluğundan değil. İnsanlık ve vicdan yokluğundan!

Bugün ömründe bir edebiyat eseri okumamış, konsere gitmemiş siyasetçiler
/*"Yeni Türkiye"*/nin inşası için kolları sıvamış; büyük bir kurtuluş
savaşının ardından kurulan köy enstitülerinde yetişen öğretmenleri,
sanatçıları, gazetecileriyle aydınlanan genç Cumhuriyetin bilimle
sanatla, kültürle yetişen bireyleriyle üreten, büyüyen Atatürk’ün
Türkiye’sinin fabrikalarını,*TDK*,*TÜBİTAK* gibi kurumlarını,
okullarını, üniversitelerini, demir yollarını, topraklarını, ormanlarını
talan ediyor.

Bunu yaparken de Orwell’i çarpıtıyor, August Comte gibi *‘sorunlu bir
şahsın’* fikirlerinin kabul görmesinden rahatsız oluyor. Öyle ya
/*"yerli ve millisi"*/ dururken! Oysa /*"kendinden"*/ bildiği İbn-i
Haldun’u yasaklayan sandığı gibi ilerici, laik, kesimler değil
gericiliği, baskı ve yasakları ile nam salmış Abdülhamit’tir. İbn
Haldun’un dinsel, siyasal olaylara ideolojik bir açıdan bakmadığını,
akıl ve bilimi esas aldığını bilse böyle sever miydi bilinmez. Ama
/*"kindar ve dindar"*/ kitlesi İbn Haldun’u da bilse bilse reisi kadar
bilir nasılsa.

Şöyle bir bakalım bizim /*"ben söyledim oldu"*/ çiftliğinde kimler başka
neler söylemiş:

Recep*Tayyip *Erdoğan: /*"Türkiye hiç bu kadar özgür olmamıştı."*/

*159* gazeteci tutuklu, hapishaneler yetmiyor*175 yenisi* inşada.

Bekir Bozdağ / Eski Adalet Bakanı: "Türkiye’de tweet attı diye
tutuklanan bir Allah’ın kulu yok"

Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği iddiasıyla*1845 kişiye* dava açıldı. Bu
sayı Ahmet Necdet Sezer için*26*, Gül İçin*139 kişiydi*.

Onlara hakaret mi edilmiyordu? Daha mı çok seviliyorlardı? Ortada
hakaret falan yok bu bir cadı avı mı?

Mehmet Şimşek: /*"Ortada OHAL varmış gibi bir hal yaratılıyor"*/

Yok canım olur mu hiç.*OHAL* zaten olağan halde lale devri demek. Ha bu
arada*111 bin 240 kamu* görevlisi ihraç edildi.*1656 kişi* sosyal medya
paylaşımları nedeniyle tutuklu ve*35 kişi* intihar etti…

Burhan Kuzu / Eski Anayasa Komisyon Başkanı –*AKP* Milletvekili –
/*"Profesör"*/:

/*"Türkeş, 27 Mayıs cuntacılarının idam kararını onaylamalarına karşı
çıkınca, Hindistan’a sürüldü, tabutluklara konuldu ve tırnakları söküldü."*/

Oysa Türkeş’in tabutluk /*"iddiası"*/ Tarhan Erdem’in dediği
gibi*1944*’te, Yeni Delhi’ye gönderilmesi*14 Kasım 1960*’da, idam
kararlarının onaylanması*16 Eylül 1961*’deydi… Ne gam! *‘Ben söylerim
bugün gündem köpürtür, cahili dolduruşa getirir, muhalefeti hedef
gösteririm.’* bakışı, sosyal medyada gerçeği bilenler tarafından alay
konusu olunca da koskoca profesör /*"yapan aynı da ondan"*/ diye savuşturur.

Yine Burhan Kuzu:

/*"Madımak vahşeti, Uğur Mumcu’nun öldürülmesi, Eşref Bitlis Paşa’nın
helikopter kazası ve Özal’ın zehirlenmesi aynı yıl; 1993… İktidarda SHP
var."*/

Burhan Kuzu insanların acılarından siyaset çıkaracağına, o acıları
bizlere yaşatanlara neden kol kanat gerildiğini anlatırsa belki
kendisini dinleyen, ciddiye alan birileri çıkacaktır.

Bu bilmezlik, siyasi rant için bile bile gerçekleri değiştirme, yalan
-adını siz koyun önümüzde apaçık duran -sevgili annem Füsun Akatlı’nın
bir kitabına Shakespeare’den esinle isim olarak verdiği-
/*"kültürsüzlüğümüzün kışı"*/nı yaşadığımız gerçeğidir.

İktidarın yarattığı kültürsüzlük ikliminde hangi birine ne anlatsam
bilemedim. Ama eyleme geçmiş cehaletin; aralarında babam Metin Altıok’un
da bulunduğu Behçet Aysan, Asım Bezirci, Uğur Kaynar, Nesimi Çimen,
Hasret Gültekin, Asaf Kocak gibi aydınları düşündükleri ve
aydınlattıkları için ateşe verdiği*35 insan* adına onları ve nicelerini
hedef alan siyasal İslam ideolojisinin bugüne şekil verdiği günlerde bu
bilinçli aldatmacaya bir yanıt vermek gerekli. Zira o gün ateşe verilen
Madımak’ta asıl hedef bugün yaşadıklarımızdı. Şimdi iktidar
muhterislerinin çoklukla kullandığı bu yanlışa karşılık kısa bir
*‘ders’* zamanı…

*1*-Sivas Katliamı olduğunda Kuzu’nun iddia ettiği gibi*SHP* iktidarda
değildi.*25 Haziran 1993*’te kurulan*49*. hükümet*DYP* ve*SHP*
koalisyonuydu ve hükümet daha*1 haftalıktı*! İçişleri, Milli Savunma ve
en önemlisi Başbakanlık*DYP*’deydi.

*2*- Bugün Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığı üzerinden yürütülen
/*"ılımlı İslam"*/ soslu rejim değişikliğinin ilk ve en keskin denemesi

*2 Temmuz 1993 günü* Sivas’ta /*"Cumhuriyet burada kuruldu burada
yıkılacak"*/, /*"kahrolsun laiklik"*/ sloganlarıyla Cuma namazından
çıkan ve devletin göz yumarak izin vermesi sonucu*15 bin *kişiye ulaşan
kalabalık tarafından yapılmıştı. Sivas Katliamı’nın zaman aşımına
uğramasına *‘hayırlı olsun’* diyen de*AKP*’nin Genel Başkanı’nın ta
kendisi. O gün aydınlarımızı yakan zihniyet bugün Sivas Katliamı’nı
savunan neredeyse tüm avukatları parlamentoya ya da devletin çeşitli
sorumlu kademelerine taşıdı. Son örnek Gümrük Bakanı ve çiçeği burnunda
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı.

*3*-Bir haftalık iktidar ortağını Madımak Katliamından sorumlu
tutanlar*15 yıllık* tek başına ve blok iktidar döneminde kırmızı
bültenle aranan katliam sanıklarının yakalanması için üzerine düşeni
yapmadı, adaletin yerini bulması için dinlenmesi gereken kilit isimleri
sorgulamadı, karanlığın aydınlatılması için adım atmadı. Faili meçhul
siyasi cinayetlerin aydınlatılması için Toplumsal Bellek Platformu
Meclis’e tam*27 kez* önerge getirdi bunların tamamı salt*AKP* oyları ile
reddedildi!

Evet! Ya hepimiz ya da hiçbirimiz…

*https://www.birgun.net/haber-detay/orwell-in-hayvan-ciftligi-populer-kultur-ve-cehalet-183324.html*

 
------------------------------------------------------------------------
a45UyF587661-171008165924 Oraj Poyraz At Alpinaasia
oraj_poy...@alpinaasia.com
2017/10/08  19:02 4  58  siyasetmeyd...@yahoogroups.com

 
-- 

Kardes kardesi atmis, yar basinda tutmus.

Anonim

General Paraskevopulos un ordusu, simdi surat ve siddetle harekata devam
eyleyecek olursa, birkac haftada Ankara onlerinde bulunacaktir.
Yunan ordusunun basarisi icin dua ediniz!
Yunan ordusunun ilerlemesi hukumetimizin programina uygundur.
Bu ordu bizim ordumuzdur!

Adliye Naziri (Medrese cikisli) Ali Rustu - 12.07.1920

ALBERT EINSTEIN : NEDEN SOSYALIZM

Ekonomik ve toplumsal konularda uzman olmayan birinin sosyalizm hakkinda
gorus bildirmesi dogru mudur?
Ben buna birkac neden yuzunden evet diyorum.
Gelin, bu soruyu once bilimsel bilgi acisindan degerlendirelim.
Ilk bakista astronomi ve ekonomi arasinda onemli yontemsel farkliliklar
gorulmeyebilir.
Her iki alanda da bilim adamlari kisitli sayidaki gorungulerin(fenomen)
aralarindaki baglantilari mumkun oldugu kadar anlasilir yapmak icin
genel kabul gorecek yasalar kesfetmeye calisirlar.
Fakat aslinda yontemsel farklar vardir.
Ekonomi alaninda genel kabul goren yasalarin kesfedilmesini zorlastiran
gozlemlenecek ekonomik gorungulerin pek cok faktorden etkilenmeleri ve
bu etkilerin tek baslarina degerlendirilememesidir.
Ayrica, -hepimizin bildigi gibi- insanlik tarihinde uygar donem in
baslangicindan bu yana edinilen deneyimler ozunde ekonomik olmayan
faktorlerden etkilenip kisitlanmistir.
Ornegin, bircok buyuk devlet sekli varliklarini fetihlere borcludurlar.
Fetheden halklar, kendilerini fethettikleri ulkenin -yasal ve ekonomik
olarak- ayricalikli sinifi yapmislardir.
Toprak sahipligini tekellerine gecirmisler ve ruhani grubu kendi
aralarindan belirlemislerdir.
Egitimi kontrol eden bu rahipler, toplumdaki sinif ayrimini
kurumlastirmislar, insanlarin bundan sonra cogunlukla bilincsizce
toplumsal davranislarini yonlendirecek bir degerler sistemi yaratmislardir.

SOSYALIZMIN GERCEK HEDEFI

Ancak tarihsel gelenek, insanligin gelismesinin dune kadar Thorstein
Veblen in yagmaci donem adini verdigi asamanin otesine hicbir yerde
gecemedigini gostermektedir.
Gozlemlenen ekonomik gercekler o doneme aittir ve onlardan turetilecek
yasalar insanligin diger donemlerine uygulanamaz.
Sosyalizmin gercek hedefi bu donemin otesine gecerek, insanligin
gelisimini yagmaci donemden daha ileri bir doneme tasimak olduguna gore,
ekonomi bilimi, mevcut haliyle, gelecegin sosyalist toplumuna cok az
i$ik tutabilmektedir.
Ikinci olarak sosyalizm, amaci toplumsal-ahlak olan yone yonelmistir.
Ancak bilim amac yaratmadigi gibi, bunlari insanlara da asilayamaz;
bilim, en fazla, amaclara ulasilmasini saglayan araclar yaratabilir.
Ancak amaclar yuce ahlaki ideallere sahip kisiliklerce kavranilirsa ve
bu amaclar olu dogmamissa, yasamsal ve guclulerse bir cok insan
tarafindan ileri tasinarak, toplumun yavas/agir evrimine yon verir.
Bu nedenlerden oturu insana iliskin sorunlarda bilimi ve bilimsel
yontemleri fazla abartmamaya dikkat etmek ve toplumun orgutlenmesini
etkileyen sorunlarda sadece uzmanlarin soz hakki oldugunu da varsaymamak
gerekir.

BIR CIKIS VAR MI?

Bir suredir cok sayida kisi toplumun bir krizden gectigini one surerek,
toplumun dengesinin ciddi olarak bozuldugunu ifade etmektedir.
Boyle durumlarda kisilerin farkli dusunmeleri, hatta ait olduklari gruba
karsi dusmanca hisler beslemeleri tipik bir davranistir.
Ne dedigimi anlatmak icin basimdan gecen bir deneyimimi aktarayim.
Gecenlerde zeki ve iyi yetismis bir kisi ile yeni bir savas tehdidini
tartisirken, boyle bir savasin insanligin varligini ciddi bicimde
tehlikeye sokacagini ve bu tehlikeyi ancak uluslarustu bir
organizasyonun onleyebilecegini soyledim.
Bunun uzerine muhatabim bana gayet sakin bir bicimde, Insan irkinin yok
olmasina niye bu kadar karsisin? dedi.
Eminim ki daha bir asir onceye kadar hic kimse boyle gayr-i ciddi bir
soylemde bulunamazdi.
Bu soylem kendi icinde bir denge saglamak icin bosuna ugrasmis ve bunu
basarma umudunu az-cok kaybetmis bir adamin soylemi idi.
Bu soylem aci veren bir yalnizligin ve tecrit olmanin ifadesidir ve bu
gunlerde cok kisi ayni aciyi cekmektedir.
Sebebi nedir?
Bir cikis var mi?
Boyle bir soruyu sormak kolay, ancak belli derecede ikna edici bir yanit
vermek zordur.
Ancak duygularimizin ve ugraslarimizin celiskili, belirsiz olduklarinin
bilincinde olarak ve onlarin kolay ve basit formullerle ifade
edilemeyecegini bilerek yine de elimden gelenin en iyisini yapmaya
calisip, yanitlamayi deneyeyim.

BIREYSEL VE SOSYAL VARLIK

Insan hem tek basina yasayan hem de sosyal bir varliktir.
Tek basina yasayan bir varlik olarak kisisel isteklerini tatmin etmek ve
dogustan edindigi yeteneklerini gelistirmek icin kendisinin ve
yakinlarinin varligini koruma cabasi icindedir.
Sosyal bir varlik olarak ise, cevresindeki dostlarinin sevgisini ve
takdirini kazanmaya, mutluluklarini paylasmaya, acilarini dindirmeye ve
yasam kosullarini iyilestirmeye calisir.
Iste sadece bu cesitli, zaman zaman celiskili cabalarin varligi, insanin
ozel karakterini aciklar; bunlarin ozgun bilesimi bireyin icsel bir
dengeye erisme derecesini belirler ve toplumun esenligine katkida bulunur.
Genel olarak bu iki durtunun gorece direnclerinin kalitimla duzenlenmis
olmasi mumkundur.
Fakat nihai olarak ortaya cikan kisilik, buyuk olcude insanin gelisimi
sirasinda kendisini icinde buldugu cevre, icinde buyudugu toplumun
yapisi, o toplumun gelenekleri ve belirli davranis bicimlerinin ovulmesi
ile olusur.
Soyut toplum kavrami birey acisindan cagdaslari ile ve onceki nesillerle
dolayli dolaysiz iliskisinin toplami anlamina gelir.
Birey dusunebilir, hissedebilir, mucadele edebilir ve kendi basina
calisabilir fakat -fiziksel, entelektuel ve duygusal varligi ile-
topluma oylesine bagimlidir ki- onu toplum cercevesinin disinda dusunmek
ve anlamak imkansizdir.
Ona gida, giyecek, ev, is araclari, dil, dusunce bicimleri ve buyuk
olcude dusuncenin icerigini saglayan bu toplum dur.
Bu kucucuk toplum kelimesinin ardinda sakli, gecmiste yasamis ve bugun
yasamakta olan milyonlarca insanin emegi ve becerisidir ona hayat veren.
Dolayisiyla, bireyin topluma bagimliliginin doganin ortadan
kaldirilamayan bir gercegi oldugu kanitlanmistir.
Aynen karincalar ve arilar gibi.
Fakat karincalarin ve arilarin tum yasam sureci en ince ayrintisina
kadar kati, kalitimsal icguduler ile belirlenmisken, insanoglunun sosyal
kaliplari ve karsilikli iliskileri son derece degiskendir ve degisime
aciktir.
Hafiza, yeni birlesimler olusturma kapasitesi, sozel iletisim kurabilme
ustunlugu insanoglunun biyolojik zorunluluklarinin buyurmadigi
gelismeler saglamasini mumkun kilmistir.
Bu gelismeler kendilerini edebiyatta, bilimsel ve teknik basarilarda,
sanat eserlerinde, gelenekler, kurumlar, orgutler olarak gosterir.
Bu bir anlamda insanin kendi yasamini kendinin nasil yonettigini ve bu
surecte bilincli dusunme ve istemenin nasil bir rol oynadigini aciklar.

DEGISKENLER-DEGISMEZLER...

Insanoglu dogustan, kalitimsal olarak, insan turunun karakteristigi olan
dogal istekleri de iceren, sabit ve degismez olarak niteledigimiz
biyolojik bir bunyeye sahiptir.
Buna ek olarak, yasam suresi icinde, iletisim ve baska etkiler
araciligiyla yasadigi toplumdan kulturel bir bunye edinir.
Zaman icinde degisime acik olan ve bireyle toplum arasindaki iliskiyi
buyuk olcude belirleyen iste bu kulturel bunyedir.
Modern antropoloji bize ilkel denilen kulturlerin karsilastirmali olarak
incelenmesi yoluyla, insanoglunun sosyal davranislarinin gecerli
kulturel kaliplara ve topluma egemen olan orgut tiplerine bagli olarak
cok buyuk degi$iklikler gosterdigini ogretmistir.
Iste insan turunu iyilestirme mucadelesi verenlerin umutlarinin dayanagi
sudur: Insanlarin birbirlerini mahvetmek istemelerinin ya da zalim,
kendi kendine kasteden kaderin ocagina dusmus olmalarinin nedeni
biyolojik bunyeleri degildir.
Yasami olabildigince doyurucu kilabilmek icin toplum yapisinin ve
insanin kulturel yaklasiminin nasil degistirilmesi gerektigini kendimize
sorarsak, degistiremeyecegimiz bazi kosullarin varligi gerceginin
surekli bilincinde olmamiz gerekir.
Daha once de belirtildigi gibi insanin biyolojik yapisi, nereden
bakilirsa bakilsin degismez.
Ustelik son birkac yuzyilda yasanan teknolojik ve demografik gelismeler
kalici durumlar yaratmistir.
Varliklarinin devami icin vazgecilmez sayilan urunlerle, nufusun gorece
yogun oldugu yerlerde, asiri ayrintili bir isbolumu ve son derece
merkezi bir uretim aygiti mutlak zorunluluk haline gelmistir.
Bireylerin ve nispeten kucuk topluluklarin tamamen kendine yeterli
olduklari, geri donup baktigimizda son derece huzurlu gorunen zaman
sonsuza dek yitip gitmistir.
Insanoglunun artik bir uretim ve tuketim gezegeni olusturdugunu
soylersek fazla abartmis olmayiz.

CAGIN OZU

Cagimizin ozunu bana gore neyin olusturdugunu kisaca belirtebilecegim
bir noktaya simdi varmis bulunuyorum.
Bu toplumla bireyin iliskisi ile ilgilidir.
Birey topluma olan bagimliliginin gecmiste olmadigi kadar bilincindedir.
Ama bu bagimliligi organik bir bag, koruyucu bir guc, olumlu bir varlik
olarak gormek yerine, daha cok dogal haklarina hatta iktisadi varligina
karsi bir tehdit olarak algilamaktadir.
Dahasi toplumdaki konumu oyle bicimlenmistir ki, yapisinin egoistce
suruklenisi surekli vurgulanmakta, dogal olarak daha zayif olan sosyal
yapisi gittikce bozulmaktadir.
Toplumdaki konumlari ne olursa olsun tum insanlar bu bozulma surecinde
rahatsiz olmaktadirlar.
Kendi egolarinin mahkumu olduklarini bilmeksizin, kendilerini guvensiz
ve yalniz, yasamin basit, sade, dogal tadindan yoksun kalmis hissederler.
Insan kisa ve cetin de olsa yasamin tadina varabilir, yeter ki kendini
topluma adasin.
Bugunku haliyle kapitalist toplumun iktisadi anarsisi bence belanin asil
kaynagidir.
Onumuzde bireylerinin, birbirlerini kolektif emeklerinin meyvelerinden
yoksun birakmak icin yilmadan -zor kullanarak degil fakat yasalarla
belirlenmis kurallarin tumune gonulden uyarak- ugrastigi dev bir
ureticiler toplulugu gormekteyiz.
Bu baglamda uretim araclarinin -yani tuketim mallarini ve buna ek olarak
yatirim mallarini uretmek icin gereken tum uretim kapasitesinin- yasal
olarak ve cogu kez bireylerin ozel mulkiyetlerinde oldugunun onemini
kavramamiz gerekir.
Konuyu basitlestirmek icin, asagidaki anlatimda uretim araclarinin
mulkiyetini paylasmayan herkesi isci olarak adlandiracagim, bu terimin
yaygin kullanimina tam olarak denk dusmese de.
Uretim araclarinin sahibi, iscinin isgucunu satin alabilecek durumdadir.
Isci uretim araclarini kullanarak kapitalistin mali haline gelecek yeni
mallar uretmektedir.
Her ikisi de gercek deger uzerinden olculmek uzere, iscinin urettigi ile
ona odenen arasindaki iliski bu surecin esas noktasidir.
Is sozlesmesi serbestce belirlendigi surece, isciye yapilan odemeyi
belirleyen urettigi malin gercek degeri degil, iscinin asgari
gereksinimleri ve is icin rekabet eden isci sayisina iliskin olarak
kapitalistlerin isgucune ihtiyaclaridir.
Teoride bile isciye yapilan odemenin urunun degeri tarafindan
belirlenmediginin anlasilmasi onemlidir.

KAPITALIZMIN YASASI

Kismen kapitalistler arasindaki rekabet ve kismen teknolojik
gelismelerin ve artan isbolumunun daha buyuk uretim birimlerinin
kucuklerin yerini almasini saglamasi sonucunda, ozel sermaye az sayida
elde yogunlasmaktadir.
Bu gelismelerin sonucunda, demokratik olarak orgutlenmis bir siyasi
toplumda bile etkin olarak denetlenemeyecek devasa bir guce sahip ozel
sermaye oligarsisi olusur.
Bu boyledir cunku yasama organlarinin uyeleri, nereden bakilirsa
bakilsin secmenle yasama organinin birbirinden ayiran ozel sermaye
tarafindan buyuk olcude finanse edilen ya da baska sekillerde etki
altina alinan siyasi partiler tarafindan secilir.
Bunun sonucunda halkin temsilcileri gercekte nufusun temel haklardan
yoksun kesimlerinin cikarlarini yeterince koruyamazlar.
Ustelik, mevcut kosullar altinda, ozel kapitalistler kacinilmaz olarak
temel bilgi edinme kaynaklarini (basin, radyo, egitim) dogrudan ya da
dolayli olarak denetlerler.
Dolayisiyla, bir vatandasin bireysel olarak nesnel yargilara varmasi ve
siyasi haklarini akillica kullanmasi hayli zor hatta cogu zaman imkansizdir.
Sermayenin ozel mulkiyetine dayali ekonomilerde egemen olan durum iki
ana ilke ile nitelendirilir: Birincisi, uretim (sermaye) araclarinin
ozel mulkiyetidir ve mulk sahipleri bunu diledikleri gibi kullanirlar;
ikincisi serbest is sozlesmesidir.
Bu anlamda tabii ki saf kapitalist toplum diye bir sey yoktur.
Iscilerin uzun ve aci siyasi mucadeleler sonucu, bazi kategorilerde
serbest is sozlesmesi nin iyilestirilmis bir bicimini saglamayi
basardiklarini ozellikle belirtmek gerekir.
Ama butun olarak ele alindiginda bugunku ekonomi saf kapitalizmden fazla
farkli degildir.
Uretime kar icin devam edilir, kullanim icin degil.
Calisabilecek durumda olan ve calismak isteyen herkesin is bulacaginin
bir garantisi yoktur.
Hemen hemen herdaim bir issiz ordusu vardir.
Isci her zaman isini kaybetme endisesi tasir.
Issiz ve cok dusuk ucret odenen isciler karli bir pazar olusturmadiklari
icin tuketim mallarinin uretimi sinirlidir ve sonuc mesakkatlidir.
Teknolojik ilerleme cogu zaman isin zorlugunu hafifletmek yerine daha
fazla issizlige neden olur.
Kar gudusu, kapitalistler arasindaki rekabetin durumuna gore gittikce
daha fazla derinlesen bunalima yol acan sermaye birikiminin ve
kullaniminin istikrarsizligindan sorumludur.
Sinirsiz rekabet, emegin cok buyuk olcude heba olmasina ve daha once de
sozunu ettigim gibi bireylerin sosyal bilinclerinin sakatlanmasina yol acar.
Bana kalirsa kapitalizmin en buyuk kotulugu bireylerin sakatlanmasidir.
Tum egitim sistemimiz bu beladan muzdariptir.
Gelecekteki kariyerine hazirlanmak icin acgozlu bir bicimde basariya
tapmak uzere egitilmis ogrenciye abartili bir rekabetci yaklasim asilanir.

BELADAN KURTULMANIN TEK YOLU: SOSYALIZM

Ben bu korkunc beladan kurtulmanin tek yolu olduguna eminim.
Bu yol, toplumsal hedefler dogrultusunda yonlendirilmis bir egitim
sisteminin eslik ettigi sosyalist ekonominin insasidir.
Boyle bir ekonomide toplumun kendisi uretim araclarinin sahibidir ve
uretim araclari planli bir tarzda kullanilir.
Uretimi toplumun gereksinimlerine uyduran planli bir ekonomi isi
calisabilir durumda olanlara dagitir ve erkek, kadin, cocuk herkesin
gecimini garanti eder.
Bireyin egitimi, dogustan sahip oldugu yeteneklerin gelistirilmesinin
yaninda, gunumuz toplumundaki guc ve basarinin yuceltilmesi yerine,
bireyin icinde cevresindekilere karsi sorumluluk hissi gelistirmeyi
hedefler.
Yine de planli ekonominin henuz sosyalizm olmadigini unutmamak gerekir.
Boylesi bir planli ekonomiye bireyin tamamen kolelesmesi eslik edebilir.
Sosyalizmin basarisi son derece zor bazi sosyo-politik sorunlarin
cozulmesini gerektirir.
Siyasi ve ekonomik gucun merkezilesmesinin yarattigi etki alaninin
genisligi gozonune alindiginda burokrasinin mutlak gucunu ve kendini
begenmisligini engellemek nasil mumkun olacaktir?
Bireyin haklari nasil korunacak ve burokrasinin gucunu dengeleyecek
demokratik bir karsi-guc nasil saglanacaktir?
Yasadigimiz bu gecis surecinde sosyalizmin hedef ve sorunlarinin netligi
cok onemlidir.
Mevcut kosullarda, bu sorunlarin ozgurce ve engelsiz tartisilmasi guclu
bir tabu haline geldigi icin, bu derginin cikarilmasinin onemli bir kamu
hizmeti oldugunu dusunuyorum.

ALBERT EINSTEIN


Grup eposta komutlari ve adresleri      :       
Gruba mesaj gondermek icin      :       ozgur_gun...@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin    :       ozgur_gundem-subscr...@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin   :       ozgur_gundem-unsubscr...@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin     :       ozgur_gundem-ow...@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz   :       http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz     :
http://orajpoyraz.blogspot.com/


BitCoin URL: 16496HKpgEEpx1d6t688HiXXdJP5jdA9xo





 

-- 
You received this message because you are subscribed to the Google Groups 
"Gugukluhayat" group.
To unsubscribe from this group and stop receiving emails from it, send an email 
to gugukluhayat+unsubscr...@googlegroups.com.
To post to this group, send email to gugukluhayat@googlegroups.com.
Visit this group at https://groups.google.com/group/gugukluhayat.
For more options, visit https://groups.google.com/d/optout.

Cevap