(GugukluhayaT) Eğer tanrı yoksa, neden iyi olalım?

2017-07-23 Başlik Oraj POYRAZ at alpinaasia
 




  Eğer tanrı yoksa, neden iyi olalım?

Gerçekten iyi olmaya çalışmaktaki tek sebebin Tanrı’nın onayını ve ödülü
almak ya da kınaması ve cezalandırmasından sakınmak mıdır?

Bunun ahlaklı olmakla hiçbir ilgisi yoktur, bu yalnızca yağcılık
etmektir, dalkavukluktur.

Her hareketini hatta derin düşüncelerini gözleyen gökyüzündeki kontrol
kamerası ya da kafanın içindeki çelik küçük ileti cihazını gizliden
gizliye kollamaktır.

Soru bu şekilde yöneltildiğinde elbette alçaltıcı bir izlenim bırakır.

Dindar bir insan bu soruyu bana bu şekilde sorduğunda (ki çoğu dindar
bunu yapar) hemen şeytana uyar (!) ve şöyle meydan okurum: *‘Gerçekten
iyi olmaya çalışmaktaki tek sebebin Tanrı’*nın onayını ve ödülü almak ya
da kınaması ve cezalandırmasından sakınmak mıdır?

Bunun ahlaklı olmakla hiçbir ilgisi yoktur, bu yalnızca yağcılık
etmektir, dalkavukluktur.

Her hareketini hatta derin düşüncelerini gözleyen gökyüzündeki kontrol
kamerası ya da kafanın içindeki çelik küçük ileti cihazını gizliden
gizliye kollamaktır.

’ *Einstein’ın dediği gibi, ‘*Eğer insanlar sadece cezalandırılmaktan
korktukları ya da ödüllendirileceğini umut ettikleri için iyi
kalplilerse, o halde gerçekten çok acınacak haldeyiz.

’ *Michael Shermer, İyi ve Kötünün Bilimselliği ‘*nde (The Science of
Good and Evil) bunu /*"*//*tartışma sonlandırıcısı"*/ olarak isimlendirir.

Eğer Tanrının yokluğunda, *‘hırsızlık, tecavüz ve cinayet suçlarını
işleyeceğinizi’* onaylıyorsanız, ahlaksız bir insan olduğunuzu ifşa
etmiş olursunuz *‘ve sizi gördüğümüzde yönümüzü değiştirmemiz konusunda
oldukça tedbirli davranırız.’*

Diğer yandan, eğer ilahi gözetim altında değilken dahi iyi bir insan
olmayı sürdüreceğinizi söylerseniz, Tanrının varlığının iyi bireyler
olmamız için zorunlu olduğu iddianızı kaçınılmazca sarsmış olursunuz.

Birçok dindar kişinin dinin kendilerini iyi birer birey olma konusunda
motive ettiğini düşündüklerini biliyorum, özellikle de kişisel
günahkârlığı sistematik biçimde sömüren inançlardan birinin mensubu iseler.

Bana öyle geliyor ki Tanrıya inancımız aniden kayıplara karıştığında,
hepimizin duygusuz ve bencil bir hedonist gibi hareket edeceğimizi ve
şefkatten uzak, merhametsiz, cimri, iyilik sıfatını hak edecek hiçbir
vasıf taşımayan kişilere dönüşeceğimizi düşünmek için oldukça düşük bir
özsaygı gerekecektir.

Dostoevsky’nin bu görüşte olduğuna geniş ölçüde inanılır.

Bunun sebebi herhalde Ivan Karamazov’a laf yapıştırmak için kaleme
aldığı şu yorumları olabilir:

Kutsal gözleminin ardından şöyle bir sonuç çıkardı; doğada insanın
insanoğlunu sevmesi için bir kural kesinlikle yoktur ve eğer sevgi
şimdiye dek tüm dünyada varolsaydı, bu doğa kanunlarının bir erdemi
sayılamaz, bütünüyle insanın kendi ölümsüzlüğüne olan inancından
kaynaklanırdı.

Ayrıca kesin sözlerle şunu ekledi; doğa kanunlarını oluşturan etmen,
ismen, insanın kendi ölümsüzlüğüne olan inancı bir kez yok olduğunda,
insan yalnızca sevgi yeteneğini yitirmekle kalmayacak aynı zamanda bu
dünyadaki yaşamını destekleyen yaşamsal etkileri de kaybedecek.

Bundan başka, artık hiçbir şey ahlak dışı olmayacak, yamyamlık dahil her
şey serbest olacak.

Ve neticede, sanki tüm bunlar yetmezmiş gibi şunu ilan etti; siz ve
benim gibi her birey (örneğin, kendi ölümsüzlüğüne ya da Tanrıya
inanmayan birisi) için, doğa kanunu aniden değişerek eski din temelli
kanunun tam zıt halini alacak ve egoizm, suç işlemeyi de kapsayarak,
yalnızca hoşgörülebilir olmakla kalmayıp aynı zamanda insan yaşantısının
en akılcı hatta en asil varoluş sebebi olarak zorunlu kılınacak.

Safça denilebilir ancak ben Ivan Karamazov’un insan doğasına bakış
açısından daha az alaycı bir bakış açısına yatkınımdır.

Bencil ve suça yönelik davranmamızın önünün kesilmesi için gerçekten
gerek Tanrı gerekse birbirimiz tarafından kontrol altında tutulmamız
gerekli midir?

Şahsen bu gibi bir gözetime ihtiyacım olmadığına samimiyetle inanmak
isterim ve sevgili okuyucular, siz de böyle düşünmüyor musunuz?

Diğer taraftan, özgüvenimizi zayıflatırcasına, Steven Pinker’in The
Blank Slate’de (Boş Film Tahtası) tarif ettiği, Montreal’deki güvenlik
güçleri grevindeki hayal kırıklığı yaratan deneyimine kulak vermeliyiz:

Romantik 1960′larda, barışçılığıyla övünen Kanada’da genç bir delikanlı
olarak, Bakunin anarşisinin sağlam bir taraftarıydım.

Ebeveynlerimin, /*"*//*eğer hükümet kolluk kuvvetlerini bir kenara
iterse her yer cehenneme dönecektir"*/ nasihatine gülüp geçmiştim.

Rekabet içindeki tahminlerimiz 17 Ekim 1969, sabah saat 8:00′de Montreal
kolluk kuvvetleri greve başladığında sınanmaya başlandı.

Öğleye doğru saat ll:20′de ilk banka soygunu gerçekleşti.

Öğlen olduğundaysa şehir merkezindeki dükkanların çoğu yağmalama
yüzünden kapandı.

Bu olaylar üzerinden daha birkaç saat geçmemişti ki, taksi şoförleri
havaalanı müşterileri için kendileriyle rekabet halindeki bir limuzin
kiralama şirketinin binasını ateşe verdiler.

Bir keskin nişancı çatılardan birine 

(GugukluhayaT) Eğer tanrı yoksa, neden iyi olalım?

2016-12-25 Başlik Oraj POYRAZ at alpinaasia
 




  Eğer tanrı yoksa, neden iyi olalım?

Gerçekten iyi olmaya çalışmaktaki tek sebebin Tanrı’nın onayını ve ödülü
almak ya da kınaması ve cezalandırmasından sakınmak mıdır?

Bunun ahlaklı olmakla hiçbir ilgisi yoktur, bu yalnızca yağcılık
etmektir, dalkavukluktur.

Her hareketini hatta derin düşüncelerini gözleyen gökyüzündeki kontrol
kamerası ya da kafanın içindeki çelik küçük ileti cihazını gizliden
gizliye kollamaktır.

Soru bu şekilde yöneltildiğinde elbette alçaltıcı bir izlenim bırakır.

Dindar bir insan bu soruyu bana bu şekilde sorduğunda (ki çoğu dindar
bunu yapar) hemen şeytana uyar (!) ve şöyle meydan okurum: *‘Gerçekten
iyi olmaya çalışmaktaki tek sebebin Tanrı’*nın onayını ve ödülü almak ya
da kınaması ve cezalandırmasından sakınmak mıdır?

Bunun ahlaklı olmakla hiçbir ilgisi yoktur, bu yalnızca yağcılık
etmektir, dalkavukluktur.

Her hareketini hatta derin düşüncelerini gözleyen gökyüzündeki kontrol
kamerası ya da kafanın içindeki çelik küçük ileti cihazını gizliden
gizliye kollamaktır.

’ *Einstein’ın dediği gibi, ‘*Eğer insanlar sadece cezalandırılmaktan
korktukları ya da ödüllendirileceğini umut ettikleri için iyi
kalplilerse, o halde gerçekten çok acınacak haldeyiz.

’ *Michael Shermer, İyi ve Kötünün Bilimselliği ‘*nde (The Science of
Good and Evil) bunu /*"*//*tartışma sonlandırıcısı"*/ olarak isimlendirir.

Eğer Tanrının yokluğunda, *‘hırsızlık, tecavüz ve cinayet suçlarını
işleyeceğinizi’* onaylıyorsanız, ahlaksız bir insan olduğunuzu ifşa
etmiş olursunuz *‘ve sizi gördüğümüzde yönümüzü değiştirmemiz konusunda
oldukça tedbirli davranırız.’*

Diğer yandan, eğer ilahi gözetim altında değilken dahi iyi bir insan
olmayı sürdüreceğinizi söylerseniz, Tanrının varlığının iyi bireyler
olmamız için zorunlu olduğu iddianızı kaçınılmazca sarsmış olursunuz.

Birçok dindar kişinin dinin kendilerini iyi birer birey olma konusunda
motive ettiğini düşündüklerini biliyorum, özellikle de kişisel
günahkârlığı sistematik biçimde sömüren inançlardan birinin mensubu iseler.

Bana öyle geliyor ki Tanrıya inancımız aniden kayıplara karıştığında,
hepimizin duygusuz ve bencil bir hedonist gibi hareket edeceğimizi ve
şefkatten uzak, merhametsiz, cimri, iyilik sıfatını hak edecek hiçbir
vasıf taşımayan kişilere dönüşeceğimizi düşünmek için oldukça düşük bir
özsaygı gerekecektir.

Dostoevsky’nin bu görüşte olduğuna geniş ölçüde inanılır.

Bunun sebebi herhalde Ivan Karamazov’a laf yapıştırmak için kaleme
aldığı şu yorumları olabilir:

Kutsal gözleminin ardından şöyle bir sonuç çıkardı; doğada insanın
insanoğlunu sevmesi için bir kural kesinlikle yoktur ve eğer sevgi
şimdiye dek tüm dünyada varolsaydı, bu doğa kanunlarının bir erdemi
sayılamaz, bütünüyle insanın kendi ölümsüzlüğüne olan inancından
kaynaklanırdı.

Ayrıca kesin sözlerle şunu ekledi; doğa kanunlarını oluşturan etmen,
ismen, insanın kendi ölümsüzlüğüne olan inancı bir kez yok olduğunda,
insan yalnızca sevgi yeteneğini yitirmekle kalmayacak aynı zamanda bu
dünyadaki yaşamını destekleyen yaşamsal etkileri de kaybedecek.

Bundan başka, artık hiçbir şey ahlak dışı olmayacak, yamyamlık dahil her
şey serbest olacak.

Ve neticede, sanki tüm bunlar yetmezmiş gibi şunu ilan etti; siz ve
benim gibi her birey (örneğin, kendi ölümsüzlüğüne ya da Tanrıya
inanmayan birisi) için, doğa kanunu aniden değişerek eski din temelli
kanunun tam zıt halini alacak ve egoizm, suç işlemeyi de kapsayarak,
yalnızca hoşgörülebilir olmakla kalmayıp aynı zamanda insan yaşantısının
en akılcı hatta en asil varoluş sebebi olarak zorunlu kılınacak.

Safça denilebilir ancak ben Ivan Karamazov’un insan doğasına bakış
açısından daha az alaycı bir bakış açısına yatkınımdır.

Bencil ve suça yönelik davranmamızın önünün kesilmesi için gerçekten
gerek Tanrı gerekse birbirimiz tarafından kontrol altında tutulmamız
gerekli midir?

Şahsen bu gibi bir gözetime ihtiyacım olmadığına samimiyetle inanmak
isterim ve sevgili okuyucular, siz de böyle düşünmüyor musunuz?

Diğer taraftan, özgüvenimizi zayıflatırcasına, Steven Pinker’in The
Blank Slate’de (Boş Film Tahtası) tarif ettiği, Montreal’deki güvenlik
güçleri grevindeki hayal kırıklığı yaratan deneyimine kulak vermeliyiz:

Romantik 1960′larda, barışçılığıyla övünen Kanada’da genç bir delikanlı
olarak, Bakunin anarşisinin sağlam bir taraftarıydım.

Ebeveynlerimin, /*"*//*eğer hükümet kolluk kuvvetlerini bir kenara
iterse her yer cehenneme dönecektir"*/ nasihatine gülüp geçmiştim.

Rekabet içindeki tahminlerimiz 17 Ekim 1969, sabah saat 8:00′de Montreal
kolluk kuvvetleri greve başladığında sınanmaya başlandı.

Öğleye doğru saat ll:20′de ilk banka soygunu gerçekleşti.

Öğlen olduğundaysa şehir merkezindeki dükkanların çoğu yağmalama
yüzünden kapandı.

Bu olaylar üzerinden daha birkaç saat geçmemişti ki, taksi şoförleri
havaalanı müşterileri için kendileriyle rekabet halindeki bir limuzin
kiralama şirketinin binasını ateşe verdiler.

Bir keskin nişancı çatılardan birine 

(GugukluhayaT) Eğer tanrı yoksa, neden iyi olalım?

2016-05-22 Başlik Oraj POYRAZ at alpinaasia
 




  Eğer tanrı yoksa, neden iyi olalım?

Gerçekten iyi olmaya çalışmaktaki tek sebebin Tanrı’nın onayını ve ödülü
almak ya da kınaması ve cezalandırmasından sakınmak mıdır?

Bunun ahlaklı olmakla hiçbir ilgisi yoktur, bu yalnızca yağcılık
etmektir, dalkavukluktur.

Her hareketini hatta derin düşüncelerini gözleyen gökyüzündeki kontrol
kamerası ya da kafanın içindeki çelik küçük ileti cihazını gizliden
gizliye kollamaktır.

Soru bu şekilde yöneltildiğinde elbette alçaltıcı bir izlenim bırakır.

Dindar bir insan bu soruyu bana bu şekilde sorduğunda (ki çoğu dindar
bunu yapar) hemen şeytana uyar (!) ve şöyle meydan okurum: *‘Gerçekten
iyi olmaya çalışmaktaki tek sebebin Tanrı’*nın onayını ve ödülü almak ya
da kınaması ve cezalandırmasından sakınmak mıdır?

Bunun ahlaklı olmakla hiçbir ilgisi yoktur, bu yalnızca yağcılık
etmektir, dalkavukluktur.

Her hareketini hatta derin düşüncelerini gözleyen gökyüzündeki kontrol
kamerası ya da kafanın içindeki çelik küçük ileti cihazını gizliden
gizliye kollamaktır.

’ *Einstein’ın dediği gibi, ‘*Eğer insanlar sadece cezalandırılmaktan
korktukları ya da ödüllendirileceğini umut ettikleri için iyi
kalplilerse, o halde gerçekten çok acınacak haldeyiz.

’ *Michael Shermer, İyi ve Kötünün Bilimselliği ‘*nde (The Science of
Good and Evil) bunu /*"*//*tartışma sonlandırıcısı"*/ olarak isimlendirir.

Eğer Tanrının yokluğunda, *‘hırsızlık, tecavüz ve cinayet suçlarını
işleyeceğinizi’* onaylıyorsanız, ahlaksız bir insan olduğunuzu ifşa
etmiş olursunuz *‘ve sizi gördüğümüzde yönümüzü değiştirmemiz konusunda
oldukça tedbirli davranırız.’*

Diğer yandan, eğer ilahi gözetim altında değilken dahi iyi bir insan
olmayı sürdüreceğinizi söylerseniz, Tanrının varlığının iyi bireyler
olmamız için zorunlu olduğu iddianızı kaçınılmazca sarsmış olursunuz.

Birçok dindar kişinin dinin kendilerini iyi birer birey olma konusunda
motive ettiğini düşündüklerini biliyorum, özellikle de kişisel
günahkârlığı sistematik biçimde sömüren inançlardan birinin mensubu iseler.

Bana öyle geliyor ki Tanrıya inancımız aniden kayıplara karıştığında,
hepimizin duygusuz ve bencil bir hedonist gibi hareket edeceğimizi ve
şefkatten uzak, merhametsiz, cimri, iyilik sıfatını hak edecek hiçbir
vasıf taşımayan kişilere dönüşeceğimizi düşünmek için oldukça düşük bir
özsaygı gerekecektir.

Dostoevsky’nin bu görüşte olduğuna geniş ölçüde inanılır.

Bunun sebebi herhalde Ivan Karamazov’a laf yapıştırmak için kaleme
aldığı şu yorumları olabilir:

Kutsal gözleminin ardından şöyle bir sonuç çıkardı; doğada insanın
insanoğlunu sevmesi için bir kural kesinlikle yoktur ve eğer sevgi
şimdiye dek tüm dünyada varolsaydı, bu doğa kanunlarının bir erdemi
sayılamaz, bütünüyle insanın kendi ölümsüzlüğüne olan inancından
kaynaklanırdı.

Ayrıca kesin sözlerle şunu ekledi; doğa kanunlarını oluşturan etmen,
ismen, insanın kendi ölümsüzlüğüne olan inancı bir kez yok olduğunda,
insan yalnızca sevgi yeteneğini yitirmekle kalmayacak aynı zamanda bu
dünyadaki yaşamını destekleyen yaşamsal etkileri de kaybedecek.

Bundan başka, artık hiçbir şey ahlak dışı olmayacak, yamyamlık dahil her
şey serbest olacak.

Ve neticede, sanki tüm bunlar yetmezmiş gibi şunu ilan etti; siz ve
benim gibi her birey (örneğin, kendi ölümsüzlüğüne ya da Tanrıya
inanmayan birisi) için, doğa kanunu aniden değişerek eski din temelli
kanunun tam zıt halini alacak ve egoizm, suç işlemeyi de kapsayarak,
yalnızca hoşgörülebilir olmakla kalmayıp aynı zamanda insan yaşantısının
en akılcı hatta en asil varoluş sebebi olarak zorunlu kılınacak.

Safça denilebilir ancak ben Ivan Karamazov’un insan doğasına bakış
açısından daha az alaycı bir bakış açısına yatkınımdır.

Bencil ve suça yönelik davranmamızın önünün kesilmesi için gerçekten
gerek Tanrı gerekse birbirimiz tarafından kontrol altında tutulmamız
gerekli midir?

Şahsen bu gibi bir gözetime ihtiyacım olmadığına samimiyetle inanmak
isterim ve sevgili okuyucular, siz de böyle düşünmüyor musunuz?

Diğer taraftan, özgüvenimizi zayıflatırcasına, Steven Pinker’in The
Blank Slate’de (Boş Film Tahtası) tarif ettiği, Montreal’deki güvenlik
güçleri grevindeki hayal kırıklığı yaratan deneyimine kulak vermeliyiz:

Romantik 1960′larda, barışçılığıyla övünen Kanada’da genç bir delikanlı
olarak, Bakunin anarşisinin sağlam bir taraftarıydım.

Ebeveynlerimin, /*"*//*eğer hükümet kolluk kuvvetlerini bir kenara
iterse her yer cehenneme dönecektir"*/ nasihatine gülüp geçmiştim.

Rekabet içindeki tahminlerimiz 17 Ekim 1969, sabah saat 8:00′de Montreal
kolluk kuvvetleri greve başladığında sınanmaya başlandı.

Öğleye doğru saat ll:20′de ilk banka soygunu gerçekleşti.

Öğlen olduğundaysa şehir merkezindeki dükkanların çoğu yağmalama
yüzünden kapandı.

Bu olaylar üzerinden daha birkaç saat geçmemişti ki, taksi şoförleri
havaalanı müşterileri için kendileriyle rekabet halindeki bir limuzin
kiralama şirketinin binasını ateşe verdiler.

Bir keskin nişancı çatılardan birine