Merhaba,

On Wed, 24 Jun 2015 11:21:55 +0300
Omer Barlas <omer.bar...@gmail.com> wrote:
> Kamera ve takip sistemlerini insani bulmuyor olabilirsiniz, çok
> haklısınız ben de bulmuyorum. Belki siz işinizi tam bir profesyonel
> gibi yerine getiriyorsunuz ve takip edilerek kendinize haksızlık
> edildiğini düşünüyorsunuz.

Mesele "ben işimi yapıyorum, bana haksızlık yapılıyor" meselesi değil.
Bugün gözetim öyle boyutlara ulaşmış durumda ki; sokakta, okulda,
çarşıda, markette, sinemada, tiyatroda, konserde, kısacası her yerde
gözetim ve denetim altına alınmaya çalışıyoruz. Hatta evlerimize dahi
sızmaya çalışıyorlar; son birkaç ayda çıkan skandalları görmüşsünüzdür,
birisi donanım (TV idi yanlış hatırlamıyorsam) üreticisi bir firmanın
gizlice insanların evlerini dinleyebildiğinin ortaya çıkmasıydı,
diğeriyse birkaç gün önce karşılaştığımız, çok bilinen bir web
tarayıcının bilgisayar mikrofonunu açık hale getirmesi. Bütün bu
ihlallere karşı toptan bir mücadele yürütülecekse, en önemli yaşam
alanlarımızdan biri olan işyerlerimiz de bunun bir parçası olmak
zorunda.

> Peki, işini doğru düzgün yapmayanı işveren
> nasıl tespit edecek, o konuda bir çözümünüz var mı? Lütfen bir şeyi
> eleştirirken yerine alternatifini de önerin.

Niye önermek zorunda olsunlar ki insanlar? Kendilerini denetleyecek
araçları niye kendileri önersinler? İşverenlerin daha sonra "ama bunu
zaten siz önermiştiniz" diyebilmesi için mi? 

> 40 saat olsun, sistem yöneticileri gece çalışmasın, hepsine peki.
> Ancak şunu bilmenizi isterim; çalışanlar bu şekilde ketum davranarak
> kendi kendilerini köşeye sıkıştırıyorlar. Eğer siz "ben en çok 40 saat
> çalışırım, bir dakika fazla çalışmam" şeklinde yaklaşırsanız işveren
> de size ödediği 40 saat ücretini sizden en verimli alacak şekilde
> davranmak zorundadır. İşveren olarak bende şöyle bir beklenti içine
> girerim; karşılığında ücret ödediğim 40 saat içerisinde hiç bir
> şekilde dışarı çıkıp sigara içmek, çay molası vermek, tuvalette
> oyalanmak gibi insani ihtiyaçlarını göremezsin ve %100 kapasite ile
> benim işimi yapmakla mükellefsin. Nasıl bir dakika bile mesai
> ödenmemesini hırsızlık sayıyorsanız, işveren açısından baktığınızda da
> sizden satın alınan iş gücünün bir dakikasını bile boşa harcamanız
> hırsızlıktır.

Burada da mesele "bir dakika bile mesainin ödenmemesi" değil. Çoğu
çalışan zaten bir dakika mesai için bir şey talep etmiyor. Karşılıklı
anlayışın olduğu bir işyerinde işçi bazen mesaisini uzatarak
elindeki işi bitiriyor, işveren de bazen işçinin sabah gecikmesini sorun
etmiyor. Tartışılan şeyler bunlar değil. 

Mesele olan şey, yoğun fazla mesailerin artık sektörde bir kural haline
gelmesi. Bugün bir işveren, iş görüşmesinde gevrek gevrek gülüp "ama
biz burada fazla mesai yaparız, akşam kaçta çıkacağını düşünmeyen
çalışan arıyoruz" gibi şeyler diyebiliyorsa, iş arayan kişi de başka
çaresi olmadığından bunu kabul ediyorsa ve bu durum geniş kesimler
tarafından bu derece kabullenilmişse; burada bir sorun var demektir. 

> İskandinav ülkelerinden bahsedilmiş, Norveç'te ve Danimarka'da işim
> gereği bulundum ve orada saat 1800 dedi mi adam elindeki transpaleti
> koridorun ortasında bırakıp direkt soyunma odasına gidiyor, bunu
> yapmayı da kendisinde en doğal hak olarak görüyor, ama geri kalan
> sürede kendisine verilen işi yukarıda bahsettiğim gibi bir dakika
> durmadan robot gibi yerine getiriyor.

OECD'nin 2011 yılı verilerine göre Norveç'te ortalama çalışma süresi
haftalık 38,5 saat, Danimarka'da 38,3 saat. OECD ülkelerinin
(31 ülke) ortalaması 42,5 saat. Türkiye'de ortalama haftalık çalışma
süresi ise 52,9 saat. Kaynaklarım şunlar: 
http://www.sosyal-is.org.tr/index.php/component/content/article?id=391:tuerkiye-de-calisma-suereleri-sorunu-basl-kl-arast-rmam-z-yay-nlad
http://www.sosyal-is.org.tr/dosyalar/alma_sreleri.pdf

Gelin bir de alt alta yazalım bu sayıları ki iyi anlaşılsın: 
38,5 saat Norveç'te
38,3 saat Danimarka'da, 
42,5 saat OECD ortalaması,
52,9 saat Türkiye'de. 

Velhasıl, Norveç'ten, Danimarka'dan örnek verilecekse resmin başka
köşelerine de bakmak lazım. 

Bir de şahsen genel olarak "ben gittim yerinde gördüm" türü tekil
örnekleri baz almak yerine, yapılan araştırmalar sonucu elde edilen
verileri incelemeyi sağlıklı buluyorum. 

> Üzgünüm ama öyle kötü işverenlerle karşılaşmışsınız ki karşılaştığı
> her insanı kendisini dövecek zanneden sokak köpekleri[1] gibi tepkiler
> veriyorsunuz. Profesyonel hayatta iyi insanlar ve kötü insanlarla
> karşılaşacaksınız bu çok doğaldır, bazı moronlar kendilerine yetki
> verildiğinde kraldan fazla kralcı kesilirler, mesele hayatta kimsenin
> kimseye mecbur olmadığını sürekli aklınızda tutmaktan geçer.
> Çalışanlarına hedef gösterip hedefiniz tutturduktan sonra isterseniz
> ofise gelmeyin diyen, çalışanlarını ve ailelerini her yıl
> Kuşadası'ndaki aquaparka götürüp eğlendiren, hatta yazları insanlar
> daha verimli çalışsın diye Çeşme'de villa kiralayıp işyerini taşıyan
> işverenler tanıyorum adamlar öğle yemeğinden sonra denize giriyorlar.

Yukarıda yazdığıma benzer şeyler yazacağım: Tekil örnekler var ve
bulunabilir. Hepimiz bu tür "iyi" örneklerle de karşılaşıyoruz. Kendi
adıma, benim de bugüne kadar işyerinde çalıştığım işverenlerin hiçbiri
"zalim" insanlar değillerdi, çalışanlarının iyiliğini düşünürlerdi.
Bunları tek tek anlatmak, "bak şu şirket de şöyle iyilik yapıyor"
demek, genel durumu değiştirmiyor. "Google'ın ofislerinde kaydırak
varmış" muhabbetini geçelim artık. 

Bu tür "manifesto"ların, örgütlenme çabalarının ortaya çıkmasına yol
açan şey, tek bir çalışanın tek bir işyerinde karşılaştığı olumsuz
koşullar değil. Pek çok çalışan pek çok işyerinde bu sorunlarla
karşılaşıyorlar ki bunları birlikte çözebilmek için bu tür arayışlara
giriliyor. Üstelik, uzun çalışma saatlerinin gerçekten de zannedildiği
gibi "verimli" olmadığı da hemen hemen herkesin malumu olan bir durum.
Kimse demiyor ki "biz hiç çalışmayalım ama maaş alalım". Sadece "ya hu
bu kadar çok çalışmayalım, zaten verimsiz oluyor; ama mutlaka fazla
mesai gereken durumlarda da fazla mesai ücreti ödensin" deniyor. Ama
bazı işverenler öyle kötü işçilerle karşılaşmış olmalılar ki sokaktan
geçen herkesi hırsız zannedip havlayan bekçi köpekleri [1] gibi tepkiler
veriyorlar. İş yaşamında elbette işten "kaytaran" ve bunu alışkanlık
haline getiren çalışanlarla karşılaşmış olabilirsiniz, bu çok doğaldır.
Ama gördüğünüz kötü örnekler yüzünden, bu tür sıkıntılardan yakınan ve
çözüm arayan herkesi öyle zannetmemelisiniz.

Bu noktada, "şu hırsızlıktır, bu hırsızlıktır" gibi bir söylemin
karşılıklı çözümsüzlüğe yol açabileceğini düşünüyorum. Paylaşılan ilk
metin olan manifestoda da rahatsız edici gelmişti eminim pek çok
kişiye, tepkilerin bir kısmı bundan kaynaklanmış olmalı. Karşılık
olarak, işveren gözünden bakan arkadaşların yazdığı şeyler de aynı
oranda rahatsız edici. 

Burada ilk taşı atan taraf olarak, manifesto metnine dönük
yoğunlaştırayım sözlerimi: Diğer başka pek çok sektöre baktığımızda,
böyle bir söylem belki çok rahatsız edici olmayabilir. Çünkü işçi
mücadelesinin yoğun/sert yaşandığı, yüzlerce işçinin çalıştığı büyük
fabrikaların olduğu sektörlerde, işçiyle işverenin yüz yüze geldiğini
bile görmeyiz pek. Üstelik orada işveren, gerçekten "patron"dur,
sadece işçinin emeği üzerinden geçinir. Bizim sektörde ise -şimdilik-
başka bir durum var: Büyük işyerleri değil, küçük/orta boy işletmeler
çoğunlukta. Bu işletmelerin patronu olan kişiler de sadece yanlarında
çalışan kişilerin emeğinden geçinmiyorlar, kendileri de emeklerini
koyuyorlar. Ki bu kişilerin birçoğu şu an yazıştığımız listede olduğu
gibi, teknik listelerde bir arada bulunduğumuz insanlar, etkinliklerde
yüz yüze geldiğimiz insanlar. Bu yüzden, eğer sektörün genelini
hedefleyen bu türden bir manifesto kaleme alınıyorsa, söylemi buna göre
uyarlamakta fayda var bence. 

> Piyasa şartları maalesef her firmanın böyle olmasına engel oluyor,
> farkındayım. Sizi kimse size kötü davranan firmalarda çalışmaya
> zorlamıyor, bunun da lütfen farkında olun ama iş önünde sonunda "para"
> konusuna dayanıyor ve istemeden de olsa küfür ede de çalışmak zorunda
> kalıyorsunuz bunun da farkındayım. Lütfen şunu da bilin; çalışanlarına
> iyi davranmayan firmalar bir süre sonra batmak zorundadır, çünkü
> çalıştıracak adam bulamazlar, buldukları da firmaya yarar sağlamaktan
> çok zarar verir.

Tekrardan: Mesele "çalışanına kötü davranan firma" meselesi değil.
Zannettiğiniz gibi çalışanlarına kötü davranan firmaların batmak
zorunda olduğunu düşünmüyorum. Ama öyle bile olsa, yerine kurulacak
yeni firmalar da çalışanına kötü davranacak. Mesele, bu kötü
uygulamaların sektörde yerleşmiş olması. Tekil örnekler değil. Bu
yüzden de çalışanlar "yaa tamam bu firma bana kötü davrandığına göre
batacak, yerine gelen yenisi iyi davranır" gibi bir hayalciliğe kapılma
lüksüne sahip değiller. 

-- 
adil


[1] kimseye "siz köpeksiniz" falan dediğim yok, lütfen cımbızlamayın.

Attachment: pgp6fBgpk3KNY.pgp
Description: PGP signature

_______________________________________________
Linux-sohbet mailing list
Linux-sohbet@liste.linux.org.tr
https://liste.linux.org.tr/mailman/listinfo/linux-sohbet
Liste kurallari: http://liste.linux.org.tr/kurallar.php

Reply via email to